Devletin Yeni Evanjelik Aygıtları: Din Psikologları
- EMRAH GÖKER - |
Millî birliği Hanefî-manevî bütünlükle güçlendirerek sınıfsal yapıyı muhafaza etme stratejisinin (daha önce Express’te betonarme demokrasi olarak anılan strateji) yeni taktiklerinden birinden bahsederek, (post- değil, alter-Kemalist çehresi giderek belirginleşen) alaturka ecclesia’nın takibine devam edelim. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Sağlık Bakanlığı (SB) ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın (ASPB) içinde olduğu sosyal politika rejimi inşaatında bu yaz önemli bir gelişme oldu: Hükümet, Batı’nın bir başka evanjelik aygıt teknolojisini (ABD’deki yerleşik ismiyle hospital chaplaincy, hastanelerde dinî rehberlik hizmeti veren rahipler) ithal ederek, hastanelere “manevî bakım” hizmetini kurumsallaştırmaya girişti.
AKP’nin hastane rahipleri?
Manevî bakımın sosyal politika gündemine girmesinde önemli bir durak, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun 27 Ağustos 2009’da Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı faaliyetlerinin denetimi hakkında yayımladığı, kısaca “Özürlüler Raporu” olarak anılan belge. Burada özürlülere yönelik bakım hizmeti biçimleri sıralanırken sıra manevî bakıma geldiğinde bürokratlar şöyle yazmışlar (s. 55):
Modern bilim, insanın, ruh ve beden varlığı ile bir bütün olduğunu kabul etmektedir. İnsanlar, fiziki ihtiyaçları kadar ruhla ilgili manevi ihtiyaçlarını da karşılama arayışı içindedirler. Manevi ihtiyaçların karşılanması için en fazla başvurulan araçlardan biri tarih boyunca “din” olmuştur. Din, bütün toplumlar için değişmeyen bir olgudur. Herhangi bir sorun karşısında bütün somut tedbirlere başvuran insanlar genellikle, son tedbir olarak da dini inançlara sığınırlar. Bazı insanlar ise, her somut tedbiri manevi bir duygu ile de destekleme eğilimindedir. En yaygın olarak bilinen “dua ritüeli” bunun örneğidir. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde, özürlülerin bakımı kapsamında, modern tıbbın yanında manevi (spiritual) tedbirlere de başvurulmaktadır.
Aynı yıl 12-16 Ekim 2009’da toplanan 4. Din Şurası’nın Kasım 2009’da yayımlanan kararları arasında da, benzer bir söylemle manevî bakımın DİB görevleri arasında tanımlandığını görüyoruz. Eklesiyastik dönüşüm açısından bu son Şura önemli, zira DİB’in 2009’u izleyen 3 yıl boyunca diğer hükümet kurumları ile somut işbirlikleri sayesinde yapılandırdığı “sosyal açılımlı din hizmetleri” stratejisinin (bak. 14 ve 15 no’lu kararlar) resmîleştiği yer burası.
Diyanet İşleri Başkanlığı toplumsal değişim ve gelişmeye paralel olarak sunduğu din hizmetinde cami içi ve cami dışını birlikte düşünmek, sosyal açılımı artırmak ve toplumun her kesimini kuşatan bir anlayışla din hizmetlerini yeniden ele almak zorundadır. Bu nedenle başta aile olmak üzere, sosyal hizmet üniteleri, hastaneler, ceza ve tutukevleri gibi değişik hizmet alanlarında kayda değer sonuçlar alabilmek için yeni yapılanma ve düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Başkanlığın, sosyal alanda hizmet üreten diğer kurum ve kuruluşlarla protokoller yapması ve işbirliğine gitmesi son derece önemli olup bu yöndeki çabalar artırılmalıdır. Bu bağlamda, Başkanlığın mevcut hizmet içi eğitim müfredat ve faaliyetlerinin cami dışı hizmet alanlarıyla ilgili programlarla donatılması yararlı olacaktır.
Dinî hizmetlerin sağlık hizmetleriyle bütünleştirilmesi gündemi, ikinci aşaması Haziran 2009’da başlayan ve 2010-2011 boyunca çalışmaları yoğun biçimde devam eden Sağlıkta Dönüşüm Programı ile ilerletildi. Nisan 2011’de ve Mart 2012’de Antalya’da yapılan iki “Uluslararası Evde Sağlık Hizmetleri Kongresi”nde, bakımın spiritüel boyutu konu edildi. Kurumsal olarak da, Mayıs 2012’de DİB, SB ve ASPB ile ortak imzalanan bir protokol ile resmî olarak sisteme dahil oldu. Buna göre, sağlık sebepleriyle evinden çıkamayan hastalara manevî destek için DİB evlere din memurlarını göndermeye başladı. Gaziantep’in pilot bölge olarak seçildiği bir başka uygulamada, 40-50 yataklı bir “Destek Tedavi Merkezi” kurulacağı ve burada destek üniteleriyle hayatta kalan hastaların din görevlilerinin terapi rehberliğinde dost ve akrabalarıyla “helalleşebileceği” açıklandı.
Uygulamanın yaygınlaşacağıyla ilgili politika işaretlerini, 24 Mayıs 2012’de SB Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından Ankara’da (ilk kez) düzenlenen “Din Psikolojisi ve Manevî Bakım Çalıştayı”nda bulabiliriz. Din görevlilerinin evlerde, bakım merkezlerinde ve hastanelerde kullanılmaya 2013’te başlanacağına dair açıklama, sanıyorum ilk kez bu etkinlikte yapılıyor. İlahiyat fakülteleri altındaki “Din Psikolojisi” bölümlerine, yeni üretilen bu “Manevî Bakım Uzmanı” yetiştirme görevi de, yine bu çalıştayda çıkarılmış. AKP Ankara milletvekilliği öncesinde bir kardiyolog olan, parti MKYK üyesi, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda aktif rol almış bir teknokrat olan (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyon Başkanı) Cevdet Erdöl, çalıştayda Osmanlı’da ve Selçuklu’da hastaların manevî bakımında İslam’dan nasıl yararlanıldığı anlatmış.
26 Ağustos 2012’de Birgün’e yaptığı açıklamada Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdülkerim Bahadır, projede ilahiyatçı “din psikologları”na yeni bir istihdam olanağı tanınacağı yönünde açıklamalar yaptı: “Miğfer uzmanlar din psikologları olacak. Çünkü maneviyat bugün bazılarının ifade etmiş olduğu gibi imamların veya diyanet personelinin doğrudan doğruya yürütebileceği bir süreç değil. İlahiyat fakültesi mezunları zaten ilahiyat ve maneviyatla ilişkileri olduğu için projede ön planda olacak.”
Proje, hemen her ilahiyat fakültesinde mevcut olan din psikolojisi anabilim dalı (ABD) hocalarını heyecanlandırmış görünüyor. Ne var ki Türkiye’de 1991’de ABD haline getirilmiş “din psikolojisi” adı verilen yarı-disiplin, “seküler” psikoloji bölümlerinin uzmanlık alanları ve bilimsel araştırma birikimi ile karşılaştırıldığında teorik/teolojik bir uğraş olarak kalmış gözüküyor. Türkiye’deki 33 ilahiyat fakültesinin hiçbirinin müfredatında ve ABD öğretim üyelerinin CV’lerinde sağlık ve terapi hizmetleri, psikolojik rehberlik ve danışmanlık ve klinik psikoloji uzmanlığı belirtilmiyor. Saha araştırmasıyla ilgilendikleri kadarıyla da bu bölümlerde, berbat tasarlanmış anketlerle öğrencilerin inanç veya inançsızlık düzeylerini ölçmeye çalışan araştırmalardan başka bir şey yok. “Din psikolojisi” altında yazılan doktora tezleri arasında da, “namazın karakter gelişimi üzerindeki etkisi”nden öteye gidebilen fazla çalışma gözükmüyor. Teolojik tefsir ve lafız tartışmalarından kopamamış gözüken, “sosyal bilim” zanaatinde (Marmara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi gibi “en iyi” ilahiyat fakültelerinde bile) özellikle toplumsal gruplarla temas konusunda doğru dürüst bir birikimi olmayan bir yarı-disiplin, nasıl olacak da klinik uzman yetiştirecek?
Manevî bakım kötü bir şey mi?
Terapi talep eden insanlarla, istiyorlarsa, din üzerinden olsun, seküler bir hatta olsun, manevî/spiritüel bir eksende çalışmanın tamamen saçma olduğu söylenemez. SB ve ASPB’nin mütedeyyin bürokratları derslerini biraz daha iyi çalışmış olsalardı, “toplumu otoriter-Hanefî İslamla kuşatma” işiyle kafayı bozmamış olsalardı, “pastoral psikoloji” disiplininin özellikle ABD ve İngiltere’de hayli sekülerleştiğini ve farklı dinî kültürleri (hâttâ manevî terapi desteği talep eden ateistleri) içerebilen bir sosyal hizmet kolu haline geldiğini belki görebilirlerdi. Bugün bilimsel camiada tartışılabilir sonuçlar üreten bir “klinik pastoral psikoloji” alanı oluşmuş durumda.
Konuyla ilgili bir başka politik tartışma ekseni daha var: Anayasada ülkenin yurttaşlarına resmî olarak dayatılan bir din yoksa, yurttaşlardan toplanan vergilerle onlara psikolojik danışmanlık hizmeti vermek üzere Hanefî ilahiyatçılara maaş ödenmesi doğru mudur? 2011’de İngiltere’de aktivist örgüt National Secular Society, hükümetin finanse ettiği sağlık sigorta sisteminden yapılan personel harcamalarıyla hastanelerde din görevlisi istihdam etmenin doğru olmadığını; ekonomik krizde rahiplerin yerine bir sürü hemşire ve doktorun işten çıkarıldığını; üstelik insanların fiziksel ve psikolojik sağlıklarını iyileştirmek anlamında “manevî bakımın” nedensel bir etkisi olmadığını gösteren bir rapor hazırlamıştı.
AKP’nin alter-Kemalizmine karşı, özgürlükçü bir laiklik tartışmasını, eski Kemalizmin tekelinden adamakıllı koparıp yenilememiz gerekiyor. Manevî bakım meselesi bu tartışma için iyi bir fırsat.
Emrah Göker
* Express 130 (Temmuz-Eylül 2012)
** istifhanem.com
YORUM YAZIN