Header Ads

Sosyalizm Başarısız Oldu. Şimdi de Kapitalizm Çöküyor. Sırada Ne Var?

- ERIC HOBSBAWM -
20. yüzyılı ardımızda bıraktık, ancak henüz 21. yüzyılda yaşamasını veya en azından bu yüzyıla uyan bir şekilde düşünmesini öğrenmiş değiliz. Göründüğü kadar zor olmamalı, çünkü son yüzyılda ekonomi ve politikaya hükmeden temel fikir açıkça tarihin giderinde kayboldu. Bu, birbirini dışlayan iki zıt açısından, modern sanayi ekonomilerinin hatta tüm ekonomilerin düşünce şekliydi: Kapitalizm veya sosyalizm.

Bunların saf halde gerçekleştirilmeye çalışıldığı iki pratik girişim yaşadık: Sovyet tipi merkezi devlet planlamasına dayalı ekonomiler ve tamamıyla sınırlamasız ve kontrolsüz, serbest piyasacı kapitalist ekonomi. İlki 1980’lerde çöktü, onunla birlikte de Avrupalı komünist siyasi sistemler. İkincisi ise, küresel kapitalizmin 1930’lardan bu yana yaşadığı en büyük kriz ile gözlerimizin önünde çöküyor. Bu kriz bazı yönleriyle 1930’larınkinden daha büyük, çünkü ekonominin küreselleşmesi o zamanlar bugünkü kadar ilerlemiş değildi ve kriz Sovyetler Birliği’nin planlı ekonomisini etkilememişti. Mevcut dünya krizinin etkilerinin ne kadar ağır olacağını veya krizin ne kadar süreceğini henüz bilmiyoruz, ancak dünyayı ele geçirmiş serbest piyasa kapitalizmi türünün ve Margaret Thatcher ve Başkan Reagan’dan bu yana iktidara gelen hükümetlerin sonunu işaret ettiği kesin.

Bu yüzden, bir tür uluslararası burjuva anarşizmi olan, saf, vatansız piyasa kapitalizmine şu veya bu ölçüde inananlar da, özel kar arayışı ile kirlenmemiş planlı bir ekonomiye inananlar da aynı acizlikle yüz yüze. Her ikisi de başarısız oldu. Gelecek, tıpkı bugün ve geçmişte olduğu gibi, kamu ve özelin bir şekilde birbirine bağlandığı karma ekonomilere ait. Ancak nasıl? Bu, bugün herkesin sorunu, özellikle de soldaki insanların.

Kimse Sovyet tipi sosyalist sistemlere geri dönmeyi ciddi şekilde düşünmüyor – yalnızca politik hataları nedeniyle değil, ekonomilerinin giderek artan uyuşukluğu ve etkisizliği nedeniyle de – yine de bu, etkileyici sosyal ve eğitimsel başarılarını küçümsememize yol açmamalı. Diğer yandan, küresel serbest piyasanın geçtiğimiz yılki içe patlamasına dek, kuzey kapitalizmi ile Avustralya ve Yeni Zelanda refah ülkelerindeki sosyal demokrat veya diğer ılımlı sol partiler dahi, kendilerini serbest piyasa kapitalizminin başarısına adamış durumdaydılar. Aslında, SSCB’nin çöküşünden günümüze dek, kapitalizmi kabul edilemez addeden hiçbir parti veya lider düşünemiyorum. Hiçbiri, kendini İşçi Partisi (İngiltere) kadar adamadı. Ekonomi politikalarında hem Tony Blair’in (Ekim 2008’e dek) hem de Gordon Brown’ın, Thatcher’ın erkek versiyonları olduğunu söylemek abartı olmaz. Aynısı ABD’de Demokrat Parti için geçerlidir.

İşçi Partisi’nin 1950’lerden bu yana temel fikri sosyalizmin gereksiz olduğuydu, çünkü kapitalist sistem refah sağlamak için diğerlerinden daha güvenilirdi. Sosyalistlerin yapması gereken eşit dağıtımı sağlamaktı. Ancak 1970’lerden bu yana küreselleşmenin hızlanan yükselişi, bunu giderek daha zor bir hale getirdi ve İşçi Partisi’nin geleneksel zemininin, ve hatta tüm sosyal demokrat partilerin destek ve politikalarının altını ölümcül şekilde oydu. 1980’lerde birçokları, İşçi Partisi gemisinin, batmasa bile – ki bu o zamanlar gerçek bir olasılıktı, onarılması gerektiğinde hemfikirdi.

Ancak onarılamadı. İşçi Partisi, Thatcher’cı ekonomik diriliş olarak gördüğü etkinin altında, 1997’den beri, küresel serbest piyasa köktenciliğinin ideolojisini, daha doğrusu teolojisini ezberledi. Britanya, pazarlarını deregüle etti, sanayilerini en yüksek fiyatı verene sattı, ihracat için üretmeyi bıraktı (Almanya, Fransa ve İsviçre’nin aksine) ve parasını finansal hizmetlerin küresel merkezi ve böylelikle zilyoner para aklayıcıları için bir cennet olmaya yatırdı. Bu nedenle, bugün dünya krizinin pound ve Britanya ekonomisi üzerindeki etkisinin, diğer tüm büyük Batı ekonomilerinden daha yıkıcı olması muhtemel – ve tamamen iyileşme de daha zor olabilir.

Artık bunların bittiğini söyleyebilirsiniz. Karma ekonomiye dönebiliriz. İşçi Partisi’nin eski alet kutusu yeniden kullanımda – her şey millileştirilecek – öyleyse bir kez daha, İşçi Partisi’nin asla bırakmaması gereken aynı aletleri kullanalım. Ama bu, bu aletlerle ne yapılacağını bildiğimizi varsayıyor. Hayır, bilmiyoruz. Şu yüzden; mevcut krizin üstesinden nasıl geleceğimizi bilmiyoruz. Dünya hükümetlerinin, merkez bankalarının veya uluslararası mali kurumların hiçbiri bilmiyor: Hepsi, çıkış yolu bulma ümidiyle ellerindeki farklı çubuklarla duvarları yoklaya yoklaya bir labirentten çıkmaya çalışan kör adamlar gibiler. Bir başka aldanmamız; hükümetlerin ve karar vericilerin, onlarca yıldır kendilerini bu denli iyi hissetmelerini sağlayan serbest piyasa horultularına halen ne kadar adanmış olduklarını hafife alıyoruz. Özel kar amaçlı girişimin, daha verimli olduğundan, üretmenin daima daha iyi bir yolu olduğu varsayımından gerçekten vazgeçtik mi? Ya iş örgütlenmesinin ve muhasebeciliğin kamu hizmetleri, eğitim ve araştırma için bile model olması gerektiği varsayımından? Süper zenginler ile geri kalanlar arasında büyüyen uçurumun, diğer herkes (yoksul çoğunluk hariç) biraz daha iyi olduğu müddetçe, o kadar da önemli olmadığı varsayımından? Bir ülkenin ihtiyacı olan şeyin, her koşulda maksimum ekonomik büyüme ve ticari rekabetçilik olduğu varsayımından? Sanmıyorum.

Ancak, ilerici bir politikanın, geçtiğimiz 30 yılın ekonomik ve moral varsayımlarıyla ilişkisini biraz daha koparması gerekmekte. Büyümenin ve onun yarattığı zenginliğin bir netice değil bir araç olduğu görüşüne geri dönmeyi gerekli kılıyor. Netice, büyümenin hayatlara, yaşam fırsatlarına ve insanların umutlarına ne yaptığıdır. Londra’ya bakın. Londra ekonomisinin gelişmesi elbette hepimizi ilgilendiriyor. Sermayenin bağrında üretilen devasa refahın sınanacağı konu, Britanya GSYİH’sının %20 ila 30′unu oluşturması değildir, orada yaşayan ve çalışan milyonların hayatlarını nasıl etkilediğidir. Onlar için ne tür bir yaşam sunuyor? Orada yaşamayı karşılayabiliyorlar mı? Bunu yapamıyorsalar, Londra’nın, ultra zenginler için bir cennet olması bir telafi değil. İnsanca ücretlere mi çalışıyorlar, ya da bir işleri bile var mı? Değilse, lüks restoranlarla ve onların kendilerini acındıran şefleriyle övünmeyin. Ya çocuklar için eğitim? Yetersiz okullar gerçeği, Nobel ödüllülerden bir futbol takımı kurabilecek Londra üniversiteleri ile göz ardı edilemez.

İlerici bir politikanın sınanacağı noktası, özel değil kamudur, bireylerin artan geliri veya tüketimi değil fırsatların genişletilmesi ve Amaryta Sen’in tümü kolektif eylemle gerçekleşen “yetenek ve beceriler” dediği şeylerdir. Ancak bu, yalnızca özel birikimlerin yeniden dağıtımında bile olsa, kar amacı gütmeyen kamu inisiyatifi demektir ve öyle olmalıdır. Tüm insan yaşamlarının kazanç sağlaması gereken bir kolektif sosyal gelişmeyi amaçlayan kamu kararları. İlerici politikanın temeli budur – ekonomik büyümeyi ve kişisel gelirleri maksimize etmek değil. Bu, başka hiçbir yerde, bu yüzyılda karşı karşıya olduğumuz en büyük sorun olan çevre krizi ile başa çıkmada olduğundan daha önemli olamaz. Bunu yapmak için hangi ideolojik logoyu seçersek seçelim, serbest piyasadan kamusal eyleme çok büyük bir geçiş anlamına gelecektir, İngiliz hükümetinin tahmin edebileceğinden çok daha büyük bir geçiş. Ve, ekonomik krizin şiddetini düşündüğümüzde, muhtemelen oldukça hızlı bir geçiş. Zaman lehimize değil.

The Guardian sitesindeki İngilizce aslından çevrildi.
10 Nisan 2009 tarihinde http://dunyadanceviri.wordpress.com/ adresinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.