Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (25 Temmuz 2013)


İngiltere Basını
Guardian, ilk sayfasını ve gazetenin de önemli bir bölümünü Suriye'deki çatışmalar nedeniyle kaçmak zorunda kalan mültecilere ayırıyor bugün.

Gazete ilk sayfasında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri, Antonio Guterres ile yapılan röportaja yer veriyor.

Guteress, bölge ülkeleri artık mülteci akınıyla başa çıkmakta zorlandığı için, İngiltere ve diğer Batılı ülkelerden de onbinlerce mülteciyi kabul etmelerinin istenebileceği uyarısında bulunuyor.

Gazete, Birleşmiş Milletler ve yardım örgütlerinin, son iki yılda sayıları iki milyona yaklaşan Suriyeli mültecilerin, artık 1948 ve 1967'deki Filistinli göçü gibi, kalıcı bir nüfus hareketine dönüşme işaretleri verdiği yönündeki görüşünü aktarıyor.

Lübnan'da her altı kişiden birinin Suriyeli mülteci olduğunu kaydeden gazete, Ürdün'deki en büyük Suriyeli mülteci kampı Zaatari'nin artık ülkenin dördüncü en büyük kentine dönüştüğünü kaydediyor.

Her dört Suriyeli'den biri
Guardian ayrıca, sınırı geçemeyen dört milyon Suriyeli'nin de kendi ülkelerinde mülteci durumuna düştüğüne inanıldığını ve bunun her dört Suriyeli'den birinin evini terk ettiği anlamına geldiğini söylüyor.

Guterres de, 'Ortadoğu'da karşılaştığımız durum artık bir insani krizden, bölgesel krizden daha da fazlası. Durum artık küresel barış ve güvenliğe yönelik gerçek bir tehdide dönüştü.' diyor.

Guterres ayrıca, 'Türkiye ve Ürdün'de durum artık zorlaştığı ve silahlı kişilerin sızmasıyla güvenlik açısından kaygı veren sonuçlar ortaya çıktığı için sınır kontrol edilmeye başlandı. Bu da mültecilerin aşamalı olarak sınırdan içeri alınmasına neden oldu. Bu nedenle birçok mülteci arada beklemek zorunda kalıyor' diye konuşuyor.

Guardian, Türkiye ve Ürdün'de yaşayan Suriyeli mültecilerin ifadelerine de yer veriyor.

'Patlamalardan sonra korktuk'
Reyhanlı'da kalan Hamza adlı bir mülteci Suriye'de El Kaide bağlantılı olduğu söylenen Nusra Cephesi için savaştığını, yaralandığı için Türkiye'ye gittiğini ve iyileşir iyileşmez, dönüp savaşmaya devam edeceğini söylüyor.

Hamza, Reyhanlı'daki patlamalardan sonra Suriyeliler ve Türkler arasında gerginliğin arttığını, ancak şimdi durumun sakin olduğunu belirtiyor.

Yine Reyhanlı'da kiraladığı bir dairede kalan Murhaf adlı bir başka mülteci de, patlamaların ardından yaşanan gerilimden çok korktuklarını söylüyor ve 'Ama şimdi bütün Türk komşularımla çok iyi anlaşıyoruz' diye de ekliyor.

Daily Telegraph da, başyazılarından birini Suriye'deki duruma ayırmış.

'Esad dayanıyor'
Gazete 'Esad dayanıyor' başlıklı yazıda, daha bir kaç hafta önceki G8 toplantısında İngiltere Başbakanı David Cameron'ın Suriye lideri Beşar Esad'ın görevi bırakmasını talep ettiğini ve 'kanlı elleriyle' Suriye'nin geleceğinde rol oynamasının 'düşünülemez' olduğu yönündeki sözlerini hatırlatıyor. Yazı şöyle devam ediyor;

'Ama şimdi görünen o ki, iktidarı bırakmak bir yana, Esad ülkenin büyük bölümünü ele geçirdi. Esad yanlısı güçlerin son günlerdeki başarıları muhaliflerin moralinde felaket bir etki yaptı. Yüzlercesi Şam'ın ilan ettiği aftan yararlandı. Bu önemli değişimin nedeni kısmen Şam'ın müttefikleri Rusya ve İran'dan aldığı cömert askeri ve diplomatik destek. Bu arada, sürekli kendi aralarında savaşmaları ve İslamcı militanların mücadeleyi ele geçirme girişimleri nedeniyle muhaliflerin davasının altı oyuldu. El Kaide'yle bağlantılı militanların varlığı, muhalifleri silahlandırmak isteyenlerin tereddüt etmelerine neden oldu. Suriye'deki isyanın korkunç karmaşıklığı nedeniyle Batı müdahalenin maliyetinin çok büyük olacağına karar verdi. Ancak müdahale etmememin de bedeli var. Esad ve Moskova ile Tahran'daki destekçileri kendilerine daha çok güvenirken, devrilmesini isteyen İngiltere, Fransa ve ABD gibi güçler zayıf gözüküyor. Suriye'nin geleceğiyle ilgili uluslararası konferanslar düzenlemek yerine, artık iktidara ısrarla tutunan bir rejimle nasıl başa çıkacaklarını düşünmeye başlamalılar'

50 milyar dolarlık temizlik faturası
Independent'ta Fukuşima faciasının ağır ekonomik maliyetine yer veriliyor. Gazete, nükleer sızıntının hala devam ettiği bölgedeki araştırmacıların nükleer atıkları temizleme bedelinin 50 milyar dolara ulaşabileceğini söylediğini yazıyor.

Gazete bu rakamın, hükümetin temizlik için ayırdığı paranın dört katı olduğunu söylüyor.

Üstelik bu paraya, kazanan etkilenenlere ödenecek tazminatlar ve en az 40 yıl sürmesi beklenen ve milyarlarca dolara mal olması öngörülen santrali sökme işleminin dahil olmadığı vurgulanıyor.

100 liraya yeşil salata
Times, Mercer danışmanlık şirketinin yabancılar için yaşaması en pahalı kentleri listesine yer veriyor. İlk üç sırada Tokyo ve Moskova gibi hemen ilk akla gelen iki şehir var. Ancak şaşırtıcı olan listede başı çeken şehir, Angola'nın başkenti Luanda.

Gazete, Luanda'da halkın üçte ikisinin gecekondularda yaşadığını, ancak kentin aynı zamanda bir tabak yeşil salatanın 52 Amerikan dolarına, yani yaklaşık 100 liraya satıldığı bir yer olduğunu da kaydediyor.

Kentte, üç yatak odalı mobilyasız bir evin de aylık kirasının 15 bin dolar, yani yaklaşık 30 bin lira olduğu belirtiliyor.

Habere göre, Luanda'nın bu kadar pahalı olmasının birkaç nedeni var. Bunlardan en önemlisi ülkede büyük petrol yatakları bulunması nedeniyle ülkeye özellikle Portekizliler'in akın etmesi, neredeyse her şeyin ithal edilmesi gerekmesi ve ithalattaki devlet tekelinin fiyatları arttırması. Aşağı yukarı aynı durum Çad için de geçerli ve Çad'ın başkenti N'Dejemena da listedeki dördüncü şehir.

Almanya Basını
Bugünkü Alman basınında, Afganistan sorunu, Almanya'nın 'Prizma'ya tepkisi, Euro Hawk projesi skandalı ve doping sorunu öne çıkıyor.

Neues Deutschland, yorumunda Batı'nın ve özellikle Almanya'nın Afganistan'daki tutumunu eleştiriyor:

“Kimse bahsetmese de Afganistan'da savaş var. Ölümler sadece Batılı askerler kaybedildiğinde haber yapılıyor. Ölü sayısının azalması normal. Çünkü Afganistan'daki askerlerin sayısı da azaltılıyor. Afganlar da, Taliban'ın ya da diğer savaş fırsatçılarının insafına terkediliyor. Buna sorumluluğun teslim edilmesi deniyor. Sefilliğin böylesine ne demeli? Afganistan'da yeniden en korkunç bir savaşın başlatılmasının ve tüm bölgenin ateşe atılmasının suçu mu devrediliyor? Hayır, bu sorumluluktan kurtulmak hiçbir zaman mümkün değildir. Ne Washington ne de eski Başbakan Schröder'in terör saldırılarını yanlış yorumlamasıyla saldırgan tarafa sınırsız dayanışma ilan ettiği Berlin bu sorumluluktan kurtulabilir. Berlin'de halkı temsil edenler çoğunlukla, halkın istemediği bir savaşın ardından bir diğerinin uzatılmasını onaylamıştı. Afganistan macerasının bedelini her zaman olduğu gibi yine zavallı siviller ödüyor. Bu insanlar kendi kanlarında boğuluyorlar."

Prizma adlı Amerikan internet izleme programı kapsamında Almanya'daki internet ve telefon görüşmelerini de dinlendiğinin ortaya çıkması tartışmalara yol açmıştı. Frankfurter Rundschau, Alman hükümetinin bu konudaki son girişimine ilişkin bir yoruma yer veriyor:

“Federal hükümet, Prizma sayesinde veri korumayı keşfetmiş gibi görünüyor. Önce Başbakan Angela Merkel daha güçlü AB düzenlemesi talebinde bulundu. Şimdi de dışişleri ve adalet bakanları bu konuda bir girişim başlatıyorlar. İki bakan AB'li meslektaşlarına yazdıkları açık mektupta, daha güçlü korunmayı savunup, 1966 yılına ait bir BM Anlaşması'na yani yurttaşlık hakları bildirisine eklemeler yapılmasını öneriyorlar. Cesur bir tutum gibi görünse de, aslında değil. Öncelikle şu anki dinleme faaliyeti zaten BM Anlaşması'nın sabit telekomünikasyon gizliliği ve diplomatik temsilciliklerin korunması maddelerinin ihlali anlamına geliyor. Öte yandan, BM kapsamında bir anlaşmanın onaylanması AB'dekinden daha uzun sürüyor. İki Alman bakan lâf kalabalığıyla zaman kazanmaya çalışıyor."

Almanya, insansız hava aracı projesi 'Euro Hawk'daki hata ve ihmallerin nedenlerini araştırıyor. Bu amaçla kurulan özel komisyon göreve başladı. Die Welt gazetesinin konuya ilişkin yorumu şöyle:

“Dosyaları okuyup, tanıkları sorgulamak, karar almak. Meclis soruşturma komisyonundaki çalışmalar böyle olmalı. Oysa başarısız Euro Hawk savunma projesinin sorumluları, nedenleri ve milletvekillerinin soruşturulması farklı işliyor. Karar daha ilk sorgulama başlamadan önce alınmıştı. Denetçiler, tedarik sistemi, eksik kontrolden kaotik belgeleme yönetimine kadar pek çok suçlamayla karşı karşıya. Ancak Almanya Savunma Bakanı de Maziere'in de kolektif başarısızlıkta payı var. Görevdeki iki yılını doldurduktan sonra Euro Hawk projesindeki sorunlardan haberdar olduğunu savunması sorumluluktan kaçma çabasıdır. Çünkü resmî olmasa da daha önce konudan haberdar olduğuna dair pek çok emare var.”

Mittelbayerische Zeitung, son zamanlarda artış gösteren doping vakalarını konu alan bir yoruma yer veriyor:

“Spor coşku doludur, yeni, saf ve insanüstü çabalarla insanlara heyecan verir. İzleyici ve sponsorların da bunda payı vardır. Her zaman daha yükseği, daha hızlısı istenir. Bu tüm performans sporlarının karşı karşıya kaldığı bir sorun. Sürekli yeni rekorlar kırmak için doping mutfaklarında hararetli çalışmalar sürüyor. Bisikletçiler, yüzücü ya da atletler olsun, hepsi doping mafyasından faydalanıyor. 1990'lı yılların mucize ürünü Epo'yu kan dopingi izledi. Yeni tasarım steroidlerin tahlille ortaya çıkarılması mümkün değil. İşte bu nedenle kontrolörler boşuna dopingin izini sürmeye çalışıyor. Son doping vakaları durumun ne kadar vahim olduğunu göstermeye yeter.”

Danimarka Basını
Liberal Danimarka gazetesi Politiken, AB'nin Lübnan'daki Hizbullah’ın silahlı kanadını terör örgütleri listesine almasını şöyle yorumluyor:

“AB, Hizbullah’ı ne takdir etmek ne de sorumsuz ve agresif politikaları ile terör eylemlerini kabul etmek zorunda. Ancak bazen hiç sempatik olmayan diktatörleri iktidarda bulunmaları nedeniyle ciddiye almamız gerektiği gibi, Lübnan’daki cadı kazanında en önemli siyasi ve askeri güç unsurlarından birini oluşturan Hizbullah’ı da önemsememiz gerekiyor. Hizbullah, AB'den daha ziyade Lübnan için bir sorun oluşturuyor. AB bir bölgenin tamamına terörist damgası vuracağına, yapıcı girişimlerde bulunmalıdır. Birçokları böyle bir damgayı hak ediyor ama AB bu damgayı basarken seçici olmalı.”

İspanya Basını
Sol liberal İspanyol gazetesi El Pais Mısır’da devam eden şiddet eylemlerine ilişkin şunları yazıyor:
“Mısır’da hükümetin politikalarını belirleyen askerler sokaklarda yeniden asayişin sağlanmasına çalışmalıdır. Askerler bunu yaparken de hızlı bir şekilde daha fazla şeffaflık sağlanması ve siyasi kurumların da yeniden hayata dönmesi için gayret gösterdiği konusunda Mısır halkını ikna etmelidir. Normalleşme, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin de serbest bırakılmasını gerekli kılıyor. En önemli Arap ülkesi Mısır'ın acilen siyasi dengeye ihtiyacı var. İvedilikle yapılması gerekenlerden biri ise iktidarın bir an önce sivillere devredilmesi ve tamamen batmış olan ekonomiyi canlandırmaktır. Halkın çoğunun iş yapamaz durumdaki İslamcıları reddetmiş olması gerçeği, generallere açık çek vermiş olduğu anlamına da gelmez.”

Rusya Basını
Rus gazetesi Noviye Izvestiya ise “Mursi'nin kayboluşu bir muamma” başlıklı yorumunda şu görüşleri savunuyor:
“Devrik Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin yakınları, Mursi'nin izine hiçbir yerde ulaşamadıklarını iddia ediyor. Kimse ile irtibata geçmediği ve hayatta olup olmadığına dair bir işaret gelmediği belirtiliyor. Şimdiye kadar yapılan resmî açıklamalarda Mursi'nin ev hapsinde tutulduğu söyleniyordu. Ancak ordu sözcüleri, can güvenliği açısından Mursi'nin ikametgâhının gizli tutulduğunu vurguluyor. Bu duruma rağmen yandaşları Mursi'yi şiddet yoluyla kurtarma girişiminde bulundu. Ordunun Mursi'yi daha ne kadar gözlerden ırak tutabileceği bilinmiyor. Ancak askerlerin devrik Cumhurbaşkanı Mursi hakkında dava açmaya hazırlandığı haberi oldukça kuşku götürür. Mısır bölünmüş durumda. Halkın yaklaşık yarısı 3 Temmuz'daki askerî darbeyi hâlâ tanımıyor.”

Fransa Basını
Fransız gazetesi Le Figaro, Prens William ile Düşes Kate'in ilk bebeklerinin doğmasına ilişkin şu yorumda bulunuyor:
“Çağımızın çelişkisini yaşıyoruz. Dünya üzerindeki büyük sosyal çalkalanmaların tam ortasında, yüz yıllardan beri çoğunlukla tek bir aile tarafından temsil edilen krallık, istikrarın simgesi haline geliyor ve görünen o ki, bu da halk tarafından benimseniyor. İşte bu durum, Londra'daki St. Mary Hastanesi önünde yeni doğan bir bebeğe kitlelerin gösterdiği ilginin temel sebebi.”

(dw türkçe/bbc türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.