Avrupa Basınında Bugün (14 Ağustos 2013)
İngiltere BasınıGuardian’ın Avrupa editörü Ian Traynor bugünkü yazısında, Avrupa’da otokrat liderlerin yükselişte olduğunu ve bunun da Avrupa demokrasisi için bir sınav anlamına geldiğini yazıyor.
Traynor, yazısını asıl olarak Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın ülkedeki icraatları ve yönetim anlayışı üzerine kurmuş ve Macar muhaliflerin Orban yönetimiyle ilgili görüşlerine yer vermiş.
Örneğin Macar insan Hakları eylemcisi Peter Molnar, Orban’ın tüm iktidarı ellerine aldığını ve demokrasiyi zayıflattığını söylüyor.
Ancak yazıda, Orban’ın otokrat bir lider olarak yalnız olmadığı vurgulanıyor.
Doğu ve Güney Avrupa’da demokratik yöntemlerle seçilmiş güçlü, popülist liderlerin devlet iktidarını git gide daha fazla domine ettiği, muhalefeti şeytan gibi gösterdiği ve medyayı ehlileştirdiği belirtiliyor yazıda.
Traynor; Rusya’da Vladimir Putin, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, Romanya’da Victor Ponta, Çek Cumhuriyeti’nde Milos Zeman ve Macaristan’da Victor Orban liderliğindeki hükümetlerin bu açıdan benzer çizgide olduklarının altını çiziyor.
‘Otokraside medyanın düzenlenmesi’
Yazıda bu yönetimlerde muhaliflere yönelik tahammülsüzlük ve çoğulculuktan hoşnutsuzluk eğilimlerinin en keskin bir şekilde medyada hissedildiği belirtiliyor.
Medyayı kontrolün yönteminin ülkeden ülkeye değiştiği aktarılan yazıda bahsedilen bazı yöntemler arasında; özel medya kurumlarının ‘sadık işverenlerin’ elinde toplanması, hukuk alanının ‘kullanılması’ ve devlet medyasının homojenleştirilmesi de bulunuyor.
Yazıda görüş bildiren Bdoky adlı bir Macar muhalif, medyanın susturulduğunu, bu yapılırken insanların hapse atılıp vurulmadığını ancak işlerini kaybettiğini söylüyor.
Maroy adlı bir başka muhalifse “Sansür içselleştirildi. İnsanlar geçim kaynaklarını koruyorlar, onlardan beklendiği gibi davranıyorlar” yorumunu yapmış.
‘Putin ve Erdoğan muhalifleri hapse gönderdi’
Yazıda Putin ve Erdoğan’ın muhalif kişilikleri hapse attıkları, barışçıl gösterileri ezmek için şiddete başvurdukları belirtilirken bu iki ismin de ülkelerinde popüler oldukları aktarılıyor.
Traynor bu ülkelerin politikalarında kendilerine ait farklılık olduğunu belirttikten sonra iktidarın tek bir liderin elinde toplanması bağlamında benzer olduklarını belirtiyor: “Orban, Erdoğan ve Putin, lider tarafından domine edilen politik partilerin ya da elitlerin başında bulunuyor.”
‘Hükümet karşıtı protestolar azalmıyor’
Yazıda Türkiye’yle ilgili hazırlanan bilgi kutusunda AKP yönetiminin siyasal çizgisi Ilımlı İslam olarak tanımlanmış.
Kutuda hükümet destekçilerinin Erdoğan’ın ekonomik büyümeyi düzelttiğini ve ülkeyi bölgesel bir güç haline getirdiğini söylediği belirtiliyor.
Muhaliflerinse ülkenin daha İslamcı ve otoriter haline geldiğini, yeniden geliştirme planlarının ülkenin mirasını göz ardı ettiğini söylediği aktarılıyor.
Yazıda halkınsa hükümete, başta olarak İstanbul’da olmak üzere kitlesel gösterilerle cevap verdiği ve bu gösterilerin azalmadığı belirtiliyor.
FT: Türkiye’de tepkilere rağmen inşaat projeleri sürüyor
İngiliz gazetelerinde bu sabah Türkiye ile ilgili bir başka haberse Financial Times’tan.
İstanbul’dan Daniel Dombey ve Ankara’dan Funja Güler’in imzasıyla yayınlanan haberde, Türkiye’deki tartışmalı büyük inşaat projelerinin tepkilere rağmen devam ettiği belirtiliyor.
Haberde ülkedeki son tartışmalı inşaat projelerinin, Batı’da boşaltılacak askeri alanlardaki olası projeler olduğu aktarılıyor.
Plana göre askeri yerleşim alanları Batı’dan alınacak, nüfusu daha az ve ekonomik durumu daha kötü olan Doğu illerine taşınacak.
Haberde ‘Gezi Parkı protestolarının Başbakan Erdoğan’ın iddia edilen otoriterliğine karşı iki milyon insanı sokağa döktüğü ama buna karşın hükümetin hırslı yeni imar projelerinden vazgeçmediği’ belirtiliyor.
Financial Times bu projeler arasında İstanbul’da yapılacak üçüncü boğaz köprüsü, yeni havaalanı, Galata Port ve Haliç Yat Limanı ve kompleksi projelerinin bulunduğunu aktarıyor.
Fisk: Kerry’nin utanması yok mu?
Independent’ta ise Orta Doğu uzmanı gazeteci Robert Fisk’in İsrail ve Filistin yönetimi arasında bugün başlayacak barış görüşmeleriyle ilgili analizi dikkat çekiyor.
Fisk yazıda, görüşmelerin başlamasına ön ayak olan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin tutumuna sert eleştiriler yöneltiyor ve görüşmelerin umut vermediğini belirtiyor.
Fisk yazısına “John Kerry’nin utanması yok mu?” sorusuyla başlıyor ve şu satırlarla devam ediyor: “Önce hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin yanına sokuluyor ve Filistinlilerin inanmadığı ve İsraillilerin istemediği bir ‘barış sürecinin’ yenilendiğine dair duyuru yapıyor. Ardından İsrail, işgal altındaki Filistin topraklarında Yahudiler -ve sadece Yahudiler- için 1200 yeni konut inşa edeceğini ilan ediyor. Ve şimdi Kerry Filistinliler’e -zayıf ve işgal altındaki Filistinliler- kendilerine ait bir devlet istiyorlarsa zamanlarının tükenmekte olduğundan bahsediyor.”
Fisk yazısında, Kerry’nin bu tutumunu kıyasıya eleştiriyor ve özetle şunları söylüyor: “Oslo ‘sürecinin’ ilk 10 yılında çalınmış Filistin topraklarında yaşayan İsraillilerin sayısı ikiye katlanarak 400 bine çıktı. Kerry tıpkı Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin bildiği gibi şunu bilmeli ki bir ‘Filistin’ devletinin var olması için en ufak bir şans yok çünkü İsrail Batı Şeria’da çok fazla toprağı çalmış durumda.”
Almanya BasınıOrtadoğu'da barış görüşmelerinin ikinci turu, Almanya'da ayrımcılık mağduru göçmen kökenli öğrenciler, enflasyon oranları ve ABD'nin dinleme skandalı, Alman basınında öne çıkan yorum konuları.
Märkische Oderzeitung yorumunda, İsrail-Filistin barış görüşmelerinin çarşamba günü yapılması planlanan ikinci turundan beklentileri irdeliyor:
"İki tarafın da müzakere masasına oturmaktan hoşlandığı söylenemez. Şimdi oturmalarını ise sadece ABD’nin baskısına borçlular. Ve eğer bu baskı azalırsa veya daha öncede sık sık olduğu gibi, ABD Ortadoğu’ya olan ilgisini yitirirse, bu denemeden de sonuç çıkmayacaktır. Zira hem Kudüs’te hem de Ramallah’ta, bir uzlaşma değil bir karar hedefleyen güçler etkili. Güç karşılaştırması yapılırsa Filistinliler, kesin daha zayıf oyun kartlarına sahip. Ama görüntüleri tüm dünyaya yayılan mağdurların sayısı bakımından her halükârda politik açıdan onlar kazanıyor. Barış görüşmelerinin amacı, iki devletli çözümün hayata geçirilmesi olmalıdır. Bunun başka yolu yok. Ancak planlandığı gibi tartışmalı konuları 9 ay içerisinde halletmek, şimdiye dek edinilen tecrübelere bakıldığında aşırı iddialı."
Geçiyoruz Almanya’ya… Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi'nin yaptığı araştırmaya göre, her dört göçmen kökenli öğrenciden biri ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Mitteldeutsche Zeitung’un yorumunda konuya ilişkin şu satırları okuyoruz:
"Okulların toplumsal çatışmalardan uzak tutulabileceği düşüncesi safça ve aynı zamanda çok da arzu edilesi bir şey değil. Ama gerçekten görünen o ki, sosyal köken, neredeyse tamamen olumsuz algılamalara yol açıyor. Oysa bir toplumun gelecekte ayakta kalıp kalmayacağı, o toplumun yabancıları bir zenginlik olarak görmeyi ne derece başarabildiğine bağlı olsa gerek."
Almanya’da tereyağı fiyatı bir önceki yıla oranla yaklaşık yüzde 30, patates fiyatı ise yüzde 40 dolayında arttı. Federal İstatistik Dairesi'nin açıkladığı verilere göre artan gıda fiyatları nedeniyle temmuz ayındaki enflasyon oranı, yüzde 1,9 ile 2012 yılının Aralık ayından bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Süddeutsche Zeitung'un konuyla ilgili yorumu şöyle:
"Vatandaşın öfkesi kesinlikle haklı. Gerçi, fiyat artışından sadece merkez bankalarının sorumlu olmadığı doğru. Beklenmedik hava koşulları, kötü hasat ya da karnı aç Çinlilerin gıda fiyatlarını artırması gibi sebepler de var. Ama ya bu daha işin başlangıcıysa? Ya fiyatlar artmaya devam ederse? O zaman Avrupa Merkez Bankası bir çıkmaza girer: AMB Başkanı Mario Draghi, borç batağındaki birçok euro ülkesinin kaldıramayacak olmasına rağmen, faizleri yükseltmek zorunda kalır. Dolayısıyla ucuz para politikasından vazgeçmek, düşünülmesi zor bir ihtimal. Yüksek enflasyon ise değil."
Tagesspiegel ise ABD Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) terörizmle mücadele kapsamında dinleme faaliyetleri nedeniyle Almanya'da yaşanan tartışmaları irdeliyor ve muhalefeti eleştiriyor:
"Büyük bir veri bankası, ekonomi için altın, ordu için dijital silah demek. Temel hak ve özgürlükleri, vatandaş ve insan haklarını internette güvence altına alabilmek, o nedenle çok önemli. Büyük ulusal internet sağlayıcıları e-posta trafiğini daha güvenli hale getirmeyi kararlaştırıyor. Büyük uluslararası sosyal paylaşım siteleri nasıl yasa dışı yollardan izlendiklerini açıklıyor. Bunların hepsi özel hayatın gizliliğinin korunmasına ilişkin mesajlardır; devletler hukukudur. Anonimlik tarih oldu ve kendi bilgisel kaderini tayin etme, tam da şu sıralar liğme liğme ediliyor. İyi de bundan kime ne? Anlaşılan Sosyal Demokrat Parti de bununla artık ilgilenmiyor. Muhtemelen sadece ellerinde ne var ne yoksa onunla seçimleri atlatma derdindeler. O nedenle ortada zaten skandal diye bir şey de yok!"
Hollanda BasınıHollanda'dan de Volkskrant, Berlin ile Washington arasında imzalanması planlanan casusluğa karşı anlaşmayı yorum sütunlarına taşıyor:
“Alman dış istihbarat teşkilatı BND'nin şefiyle Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu'ndan (NSA) mevkidaşının dostane bir işbirliğine varmak istemeleri, Snowden vakasından bağımsız düşünülemez. Bu vaka, Washington'u da Berlin'i de siyasi olarak baskı altına aldı. Merkel ve Obama şimdi bu baskıyı yumuşatmak istiyor. ABD Başkanı, kendi ülkesinde bunu NSA üzerindeki kontrolün artırılacağı açıklamasıyla yapmaya çalışıyor. Almanya ile imzalanacak casusluğa karşı anlaşma ise Avrupa'nın ABD üzerindeki direnişini kıracaktır. Amerikan diplomasisi Almanya'daki tartışmanın yumuşatılması sayesinde Avrupa genelindeki öfkenin de dineceğini umuyor. Zira vatandaşlar hakkında casusluk yapılması başka hiçbir Avrupa ülkesinde bu kadar tepki yaratmadı.”
Fransa BasınıBağımsız Fransız gazetesi Le Monde bugün ikinci turu başlayan İsrail-Filistin barış görüşmelerini şu sözlerle yorumluyor:
“Müzakarelerde başarı şansı her ne kadar düşük olsa da olumlu bir görünüm var. Bunun nedeni şu: İsrailliler ve Filistinliler bir uzlaşmaya varmak için belki de hiç olmadığı kadar şimdi bu kadar çok nedene sahip. Arap devrimleriyle istikrarsızlaşan ve ölümcül çatışmalarla sarsılan bir bölgede giderek tecrit oluyorlar. Suriye'deki kaos daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor ve İsrail, Mısır'daki huzursuzlukları endişeyle izliyor. İran'ın nükleer programıyla bağlantılı daha büyük bir felaket dışarıda tutulacak olursa her iki tehdit de İsrail ve Filistinlileri güvenli sınırlar içinde istikrarlı bir komşuluk ilişkisine götüren bir sağduyuya davet etmeli.”
İspanya Basınıİspanya'dan El Pais gazetesinin aynı konuya ilişkin yorumu ise şu şekilde:
“Üç yıllık aranın ardından İsrail ve Filistinliler ABD'nin girişimiyle bir kayıtsızlık ikliminde yeni bir müzakere turuna adım atıyor. İlerleme beklenmiyor. Kilit sorunlarda her iki taraf da pozisyonlarına sıkı sıkıya bağlı. Müzakereciler belirgin bir isteksizlik içinde. Ne var ki Ortadoğu'daki çatışmanın bölgesel bağlamı; Suriye'deki savaş, İran'daki durum ve bazı Arap ülkelerindeki şiddet nedeniyle değişti. Muhtemelen İsrail ve Filistinlilerin karşısında iki devletli bir çözüm için son fırsat duruyor. Bunun alternatifi ise İsrail'in huzursuz bir bölgede daha da tecrit olmasıdır.”
Avusturya BasınıAvusturya'dan Die Presse müzakerelerle ilgili yorumunda bir B planı düşünülmesi gerektiğine dikkat çekiyor:
“Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry iki hafta önce Ortadoğu'daki yeni barış müzakereleri için yaptığı ısınma turlarında ateşli şüphecilere ihtiyaç olmadığını söylemişti. Son derece haklı, zira muhtemelen Kerry dışında çok az kişi başarılı bir sonuç çıkacağına inanıyor. Amaca dönük iyimserliğin yanı sıra Kerry ve şürekâsının müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması ihtimaline karşı bir B planı üzerinde çalışması son derece yerinde olur. Zira 2000 yılındaki Camp David görüşmeleri sonrasında olduğu gibi bu durum şiddet olaylarına yol açabilir. O zaman da iki devletli çözüm de ilelebet imkansız hale gelir.”
YORUM YAZIN