Anayasa Mahkemesi Başkanı Arslan: Anayasa koyucunun açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmek mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapmaktır
aa/iha/ntv
Anayasa Mahkemesi'nin 55. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, anayasal demokrasilerde yetki haritasını çizen kurucu iktidarın başka bir ifade ile anayasa koyucu olduğunu belirterek, “Yetki haritası ise anayasadır. Elbette çizilen sınırların hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla tesis etmede yetersiz olduğu söylenebilir. Ancak değişinceye kadar mevcut anayasal sınırlar hepimizi bağlamaktadır. Dolayısıyla bir anlamda bu sınırların koruyuculuğunu yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinden anayasal sınırların dışına çıkması beklenemez” dedi.
Arslan, Anayasa Mahkemesinin 55. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Yüce Divan Salonu'nda düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Türk milletinin, adaletin hukuki ve siyasi uygulamaları bakımından da zengin bir tarihi birikime sahip bulunduğunu, tarihin şahit olduğu en güçlü ve görkemli devletlerden biri Osmanlı Devleti'nin hukuksal ve siyasal düzenine hakim olan ilkenin de adalet olduğunu söyledi.
Osmanlı devlet geleneğinde önemli bir yeri olan "adalet dairesi"nin, adaletle başlayıp adaletle tamamlanan bir anlayışı ifade ettiğini, "adalet dairesi"nin diğer unsurları olan ordu, mülk ve halkın itaatinin ancak adaletin tesisine bağlı olduğunu belirten Arslan, "Kısaca, cihanın düzen ve kurtuluşunu sağlayan adalettir. Sultan II. Abdülhamid de 19 Mart 1877'de Meclis-i Mebusan'ı açış nutkunda 'Devlet ve milletlerin kuvvet ve kudretinin artması ancak adalet vasıtasıyla olur' demek suretiyle adaletin devletlerin kaderindeki yerini ifade etmiştir. Adaletin önemi ve işlevi konusundaki bu sözler bugün de geçerlidir." diye konuştu.
Adaletin en önemli tezahürünün, temel hak ve hürriyetlerin etkili bir şekilde korunması olduğunu vurgulayan Arslan, şöyle devam etti:
"Anayasa Mahkemesinin geçen ay verdiği bir kararda da vurguladığı gibi, demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu anlamda devletin alması gereken tedbirlerin en önemlisi, temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde kullanılabileceği güvenli bir ortamı sağlamaktır. Güvenliğin olmadığı bir ortamda bireylerin yaşama hakkından ifade özgürlüğüne kadar temel hak ve özgürlüklerini etkili şekilde kullanabilmeleri zorlaşacak ya da imkansız hale gelecektir. Bu nedenle güvenlik ve özgürlük birbirini tamamlayan değerlerdir."
- "Özgürlük ve güvenlik arasındaki hassas ilişki"
Özgürlük ve güvenlik arasındaki hassas ilişkinin, olağanüstü yönetim usullerinin yürürlükte olduğu dönemlerde özellikle önem kazandığını ifade eden Arslan, Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere "olağanüstü yönetimlerin amacının, anayasal düzeni korumak ve savunmak" olması gerektiğini dile getirdi. Arslan, "Diğer bir ifadeyle olağanüstü yönetimlerin amacı, olağanüstü hale sebep olan tehlikenin bertaraf edilerek temel hak ve özgürlüklerin en iyi şekilde kullanılabildiği olağan döneme yeniden dönüşün sağlanmasıdır." dedi.
Olağanüstü dönemlerde anayasa mahkemelerine önemli görevler düştüğünün bilindiğinin altını çizen Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bunlar arasında en önemlisinin, temel hak ve özgürlükleri olağanüstü hale sebep olan durumun gerektirdiğinin ötesine geçen müdahalelere karşı korumaktır. Anayasa mahkemeleri bu görevi yerine getirirken olağanüstü yönetimin anayasal çerçevesi içinde hareket etmek durumundadırlar. Bu bağlamda Türk Anayasa Mahkemesi de norm denetimi ve bireysel başvuru alanında anayasal sınırlar içinde kalarak kararlarını vermektedir. Esasen bu durum Anayasa'nın, hiçbir organın kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına dair 6. maddesi ile Anayasa hükümlerinin yasama ve yürütme yanında yargı organlarını da bağladığına dair 11. maddesi karşısında anayasal bir zorunluluktur.
Anayasal demokrasilerde yetki haritasını çizen kurucu iktidar, başka bir ifadeyle anayasa koyucudur. Yetki haritası ise anayasadır. Elbette çizilen sınırların hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla tesis etmede yetersiz olduğu söylenebilir. Ancak değişinceye kadar mevcut anayasal sınırlar hepimizi bağlamaktadır. Dolayısıyla bir anlamda bu sınırların koruyuculuğunu yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinden anayasal sınırların dışına çıkması beklenemez. Anayasa koyucunun, lafzı, anlamı ve amacı bakımından açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmek esasen Mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapmak anlamına gelir. Bunun da yargısal aktivizm ve meşruiyet tartışmasına yola açacağı her türlü izahtan varestedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin 'hak eksenli' yaklaşımının, anayasal sınırlar içinde kalarak ve yargısal aktivizme tevessül etmeden temel hak ve hürriyetleri koruması şeklinde anlaşılması gerekir."
- OHAL KHK'larının incelenmesi
Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin düzenlendiği Anayasa'nın 148. maddesinde, olağanüstü halde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin (KHK) şekil ve esas bakımından Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağının açıkça belirtildiğine işaret eden Arslan, Mahkeme'nin de bu açık anayasal hüküm ve ifade edilen ilkeler karşısında, OHAL KHK'larını denetleme yetkisine sahip olmadığına karar verdiğini hatırlattı.
Zühtü Arslan, TBMM tarafından kabul edilerek kanunlaşan bazı OHAL KHK'ları hakkında Anayasa Mahkemesine açılan iptal davalarında ise ilk inceleme aşamaları tamamlanarak esas incelemeye geçildiğini de söyledi.
- Bireysel başvurular
Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvurularla ilgili de bilgi veren Arslan, gelen başvuruların sonuçlandırma oranının her yıl arttığını, 2013'te yüzde 50 olan bu oranın, 2014'te yüzde 53'e, 2015'te ise yüzde 77'ye yükseldiğini bildirdi.
Gelen başvuruları sonuçlandırma oranının 2016 Temmuz ayına kadar artarak devam ettiğini ve yüzde 85'e yükseldiğini, 2016 sonunda bu oranı yüzde 100'e çıkarmayı hedeflerken 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşandığını belirten Arslan, buna rağmen 2016'da karara bağladıkları bireysel başvuru sayısının, 2015'tekinden daha fazla olduğuna dikkati çekti.
Darbe teşebbüsünün tüm kurum ve kuruluşlar gibi Anayasa Mahkemesini de etkilediğini dile getiren Başkan Arslan, 15 Temmuz sonrasında bireysel başvuru sayısının ciddi şekilde arttığını, 2016'da 15 Temmuz'a kadar yapılan başvuru sayısı 12 bin 712 iken yılın kalan beş buçuk ayında 68 bin 44 başvuru yapıldığını aktardı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Arslan, 2017'nin ilk aylarında da 2016'nın son aylarına kıyasla daha az olmakla birlikte, olağan dönemdeki sayıların üzerinde başvuru gelmeye devam ettiğini kaydederek, "Bugün itibarıyla Mahkememiz önünde 101 bin 557 derdest başvuru bulunmaktadır. Bu sayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 47 ülkeden yapılan toplam başvuru sayısından çok daha fazladır. Derdest başvuruların yaklaşık yüzde 75'ini OHAL kapsamındaki başvurular oluşturmaktadır." ifadesini kullandı.
Anayasa Mahkemesi'nin 55. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, anayasal demokrasilerde yetki haritasını çizen kurucu iktidarın başka bir ifade ile anayasa koyucu olduğunu belirterek, “Yetki haritası ise anayasadır. Elbette çizilen sınırların hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla tesis etmede yetersiz olduğu söylenebilir. Ancak değişinceye kadar mevcut anayasal sınırlar hepimizi bağlamaktadır. Dolayısıyla bir anlamda bu sınırların koruyuculuğunu yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinden anayasal sınırların dışına çıkması beklenemez” dedi.
Arslan, Anayasa Mahkemesinin 55. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Yüce Divan Salonu'nda düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Türk milletinin, adaletin hukuki ve siyasi uygulamaları bakımından da zengin bir tarihi birikime sahip bulunduğunu, tarihin şahit olduğu en güçlü ve görkemli devletlerden biri Osmanlı Devleti'nin hukuksal ve siyasal düzenine hakim olan ilkenin de adalet olduğunu söyledi.
Osmanlı devlet geleneğinde önemli bir yeri olan "adalet dairesi"nin, adaletle başlayıp adaletle tamamlanan bir anlayışı ifade ettiğini, "adalet dairesi"nin diğer unsurları olan ordu, mülk ve halkın itaatinin ancak adaletin tesisine bağlı olduğunu belirten Arslan, "Kısaca, cihanın düzen ve kurtuluşunu sağlayan adalettir. Sultan II. Abdülhamid de 19 Mart 1877'de Meclis-i Mebusan'ı açış nutkunda 'Devlet ve milletlerin kuvvet ve kudretinin artması ancak adalet vasıtasıyla olur' demek suretiyle adaletin devletlerin kaderindeki yerini ifade etmiştir. Adaletin önemi ve işlevi konusundaki bu sözler bugün de geçerlidir." diye konuştu.
Adaletin en önemli tezahürünün, temel hak ve hürriyetlerin etkili bir şekilde korunması olduğunu vurgulayan Arslan, şöyle devam etti:
"Anayasa Mahkemesinin geçen ay verdiği bir kararda da vurguladığı gibi, demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu anlamda devletin alması gereken tedbirlerin en önemlisi, temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde kullanılabileceği güvenli bir ortamı sağlamaktır. Güvenliğin olmadığı bir ortamda bireylerin yaşama hakkından ifade özgürlüğüne kadar temel hak ve özgürlüklerini etkili şekilde kullanabilmeleri zorlaşacak ya da imkansız hale gelecektir. Bu nedenle güvenlik ve özgürlük birbirini tamamlayan değerlerdir."
- "Özgürlük ve güvenlik arasındaki hassas ilişki"
Özgürlük ve güvenlik arasındaki hassas ilişkinin, olağanüstü yönetim usullerinin yürürlükte olduğu dönemlerde özellikle önem kazandığını ifade eden Arslan, Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere "olağanüstü yönetimlerin amacının, anayasal düzeni korumak ve savunmak" olması gerektiğini dile getirdi. Arslan, "Diğer bir ifadeyle olağanüstü yönetimlerin amacı, olağanüstü hale sebep olan tehlikenin bertaraf edilerek temel hak ve özgürlüklerin en iyi şekilde kullanılabildiği olağan döneme yeniden dönüşün sağlanmasıdır." dedi.
Olağanüstü dönemlerde anayasa mahkemelerine önemli görevler düştüğünün bilindiğinin altını çizen Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bunlar arasında en önemlisinin, temel hak ve özgürlükleri olağanüstü hale sebep olan durumun gerektirdiğinin ötesine geçen müdahalelere karşı korumaktır. Anayasa mahkemeleri bu görevi yerine getirirken olağanüstü yönetimin anayasal çerçevesi içinde hareket etmek durumundadırlar. Bu bağlamda Türk Anayasa Mahkemesi de norm denetimi ve bireysel başvuru alanında anayasal sınırlar içinde kalarak kararlarını vermektedir. Esasen bu durum Anayasa'nın, hiçbir organın kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına dair 6. maddesi ile Anayasa hükümlerinin yasama ve yürütme yanında yargı organlarını da bağladığına dair 11. maddesi karşısında anayasal bir zorunluluktur.
Anayasal demokrasilerde yetki haritasını çizen kurucu iktidar, başka bir ifadeyle anayasa koyucudur. Yetki haritası ise anayasadır. Elbette çizilen sınırların hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla tesis etmede yetersiz olduğu söylenebilir. Ancak değişinceye kadar mevcut anayasal sınırlar hepimizi bağlamaktadır. Dolayısıyla bir anlamda bu sınırların koruyuculuğunu yapmakla görevli olan Anayasa Mahkemesinden anayasal sınırların dışına çıkması beklenemez. Anayasa koyucunun, lafzı, anlamı ve amacı bakımından açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmek esasen Mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapmak anlamına gelir. Bunun da yargısal aktivizm ve meşruiyet tartışmasına yola açacağı her türlü izahtan varestedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin 'hak eksenli' yaklaşımının, anayasal sınırlar içinde kalarak ve yargısal aktivizme tevessül etmeden temel hak ve hürriyetleri koruması şeklinde anlaşılması gerekir."
- OHAL KHK'larının incelenmesi
Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin düzenlendiği Anayasa'nın 148. maddesinde, olağanüstü halde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin (KHK) şekil ve esas bakımından Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağının açıkça belirtildiğine işaret eden Arslan, Mahkeme'nin de bu açık anayasal hüküm ve ifade edilen ilkeler karşısında, OHAL KHK'larını denetleme yetkisine sahip olmadığına karar verdiğini hatırlattı.
Zühtü Arslan, TBMM tarafından kabul edilerek kanunlaşan bazı OHAL KHK'ları hakkında Anayasa Mahkemesine açılan iptal davalarında ise ilk inceleme aşamaları tamamlanarak esas incelemeye geçildiğini de söyledi.
- Bireysel başvurular
Anayasa Mahkemesi'ne yapılan bireysel başvurularla ilgili de bilgi veren Arslan, gelen başvuruların sonuçlandırma oranının her yıl arttığını, 2013'te yüzde 50 olan bu oranın, 2014'te yüzde 53'e, 2015'te ise yüzde 77'ye yükseldiğini bildirdi.
Gelen başvuruları sonuçlandırma oranının 2016 Temmuz ayına kadar artarak devam ettiğini ve yüzde 85'e yükseldiğini, 2016 sonunda bu oranı yüzde 100'e çıkarmayı hedeflerken 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yaşandığını belirten Arslan, buna rağmen 2016'da karara bağladıkları bireysel başvuru sayısının, 2015'tekinden daha fazla olduğuna dikkati çekti.
Darbe teşebbüsünün tüm kurum ve kuruluşlar gibi Anayasa Mahkemesini de etkilediğini dile getiren Başkan Arslan, 15 Temmuz sonrasında bireysel başvuru sayısının ciddi şekilde arttığını, 2016'da 15 Temmuz'a kadar yapılan başvuru sayısı 12 bin 712 iken yılın kalan beş buçuk ayında 68 bin 44 başvuru yapıldığını aktardı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Arslan, 2017'nin ilk aylarında da 2016'nın son aylarına kıyasla daha az olmakla birlikte, olağan dönemdeki sayıların üzerinde başvuru gelmeye devam ettiğini kaydederek, "Bugün itibarıyla Mahkememiz önünde 101 bin 557 derdest başvuru bulunmaktadır. Bu sayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 47 ülkeden yapılan toplam başvuru sayısından çok daha fazladır. Derdest başvuruların yaklaşık yüzde 75'ini OHAL kapsamındaki başvurular oluşturmaktadır." ifadesini kullandı.
YORUM YAZIN