Header Ads

Neoliberalin Gerçek Yüzü

- AYÇA SÖYLEMEZ -
Sanayi Devrimi’nden bu yana muktedirin işçiye bakışı hiç değişmedi. Ancak son iki yüzyıldır yaşanan değişimler, işçinin patrona bakışını değişime uğratmayı başardı. Bu değişimde, patronun, çalışanını zor yoluyla değil de rıza yaratarak ezmeye başlaması gibi kapitalizmin zekice yöntemlerinden birinin başarısı büyük. Burjuvazinin en önemli buluşlarından biri olan refah devleti, işçiye asgari haklarını vererek isyan etmesinin önüne geçmeyi de hedefler. Ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, büyük bir kendine güvenle bu yöntemi boşverip, şu açıklama yapma cesaretini kendinde buldu:

“Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz. Değişimi iyi idare edebilmek adına bunu mutlaka yapmak lazım. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmeden çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat, 18 saatte çözerse 18 saat çalışır. O yüzden biz uzlaşı içerinde bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye’yi geliştireceğiz.”

Emekçilerin haklarını (daha doğrusu kalanlarını) torba yasaya koyup çöpe atmaya hazırlanan hükümetin, bütçe görüşmelerini sadece siyasi magazinden ibaret sunan, espri anlayışı kötü medyası, bu beyanın üzerinde fazla durmadı. Çünkü onlar bile, bu sözlerin ‘isyana teşvik’ olarak algılanabileceğinin, insanlarla dalga geçmenin nahoş sonuçlar doğurabileceğinin farkında. Rıza yaratmada üstlerine yoktur, malum.

Bu beyanat, bana Andrzej Wajda’nın “Mermer Adam” (Czlowiek z marmuru) filmindeki Mateusz Birkut’u hatırlattı. Polonyalı işçi Birkut, insanüstü çalışarak devletine hizmette sınır tanımayan işçinin propagandası için seçilmiş naif bir adam. Tek isteği duvar örmek ve karısıyla mutlu yaşamak olan Birkut, kendini bir anda Stalin’in dev posteriyle yan yana, kentin en yüksek binasında bulur. Sembol işçinin akıbeti başka bir yazının konusu. Alıntılayacağım kısmı ise diğer işçilerin 5 katı çalışan ve şikâyet nedir bilmeyen Birkut üzerinden sosyalizmin yozlaşması anlatılırken, bu yöntemin neoliberal bir hükümete ilham vermesi. Bakan Yıldız, söylediklerinin Sovyet politikasına benzetildiğini duysa eminim en hafif tabirle üzülür, ancak durum bu. Yine Stalin’in yıldız işçisi (ki Time’a bile kapak olmuştur) Alexey Stakhanov da günde 18 saat çalışmaya gönüllü, hayatın anlamını çalışmakta bulan işçilerin en bilinen örneği.

Stakhanovcu Bakan’ın prekaryayı daha da köleleştirecek önerisinin patronlarca hemen kabul göreceğini tahmin etmek zor değil. Ne de olsa örnek aldıkları Çin, bu yöntemi uzun süredir uyguluyor ve dünyanın ikinci büyük ekonomisi olarak ABD’yi tehdit etmekte. Kötünün iyisi görülen sosyal devlet kavramını bile tanımayan vahşi neoliberalizmin ‘zenginleşme’ söylemini biraz kazıyınca, altından, işçilerin son yüzyılda kazandığı hakların da gasp edilme çabası çıkıyor.

Yalnız bu politikanın atladığı bir şey var: İşçilerin ilerlemeci endüstrileşme karşısında her dönem başkaldırı pratikleri geliştirdiği gerçeği. Emek sömürüsünün arttığı ve bıçağın kemiğe dayandığı dönemlerin mutlaka devrime gebe olduğunu söyleyemeyiz. Ancak, zincirlerin varlığını daha çok hissettirdiği bu zamanlar, yüksek sesli itirazlar için bir umut da barındırıyor. Bu itirazlardan faşizm de çıkabilir savaş da. Başkaldırıdan; “adalet, eşitlik ve özgürlük” çıkması, bunu dert edinenlerin sorumluluğunda. Büyük bir sorumluluk ama en azından tarihten ders almak gibi bir şansımız var. Son şansımız olabilir…

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.