Header Ads

Görünmeyen Kadının Olmayan Statüsü

- DENİZ PARLAK -
Geçtiğimiz günlerde Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı Türkiye’de Kadının Durumu adlı rapor, her zaman var olduğu bilinen, fakat toplum nezdinde içselleştirilmiş olan kadına yönelik ikincilleştirme sürecini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Söz konusu raporda ortaya konulan veriler, bu sürecin adeta kanıtı niteliğindedir. Ancak yaşanılan süreç, topluma içkin olan değer yargılarından bağımsız değildir ve bilhassa bu değerler nedeniyle bir kez daha dillendirilmeye ihtiyaç göstermektedir. Yüzyıllardır süregelen toplumsal değer yargıları belki de en net atasözleri ve deyimler üzerinden dile getirilirken, topluma ilişkin sosyo-kültürel bütünleşmeler de bu kalıplar üzerinden yansıtılmaktadır.

On beşindeki kız ya evindedir ya yerde
Ataerkil bir yapılanmanın yüzyıllardır sürdüğü topraklarda kadının ikincileştirilmesi “doğal”laştırılmışken kadına bakış açısı bu açıdan çok da öteye gitmemiştir. Kadın tam da bu bakış açısına hapsedilmiş ve ilerlemeci tarih anlayışıyla ele alındığında “gelişen” insanlık kadın için aynı gelişmişliği göstermemiştir. Tüm ilerlemişliğimize (!)  rağmen okuma-yazma bilmeyen tabirini kullanmamızı gerektiren 5 milyona yakın insanın var olduğu ülkemizde Türkiye’de Kadının Durumu adlı raporda belirtildiği üzere 3.993.222 kadın henüz yazmak ve okumakla tanış(tırıl)mamıştır. Geçtiğimiz günlerde Mersin’deki bir lisede kız-erkek öğrencilerin 45 cm kadar birbirlerine yaklaşmamalarına ilişkin bir eğitim algısının var olduğunu beyan eden haber, eğitime dahil olan kız öğrenciye nasıl bir toplumsal algının beslendiğini resmetmektedir. Dolayısıyla eğitim-öğretimin ilerleyen safhalarında, kız öğrencilerin sayısının yarı ya indiği bilinmesine karşın (ortaöğretime devam eden kız öğrenci oranı yüzde 45.7) bu algılar etrafında süreç cinsiyet ayrımına tabi kılınmaktadır.

Kadının Karnından Sıpayı Sırtından Sopayı Eksik Etmeyeceksin
Kadının biyolojik yapısı itibariyle doğurganlığına ve anneliğine yapılan vurgu, aslında kadına yönelik kısıtlamaları da beraberinde getirmektedir. Kadın, öncelikle doğurganlığıyla tanımlanırken toplumdaki statüsü de bu hat üzerinden çizilmektedir. Doğurganlık hızının 2.16 çocuk düzeyinde seyrettiği Türkiye’de, bu rakam Batı’dan Doğu’ya gidildikçe artmaktadır. Doğu bölgesi kaderine terk edilmişken, böyle bir toplum içerisinde kadın yeniden salt üretkenliğiyle yer bulmaktadır. Ne kadar çok çocuk o kadar “kutsal” anne. Bir başbakanın üç çocuk için direttiği ülkede kadına yüklenen rolün de öncelikle anneliğinde aranması şaşırtıcı olmasa gerektir.
Karnından sıpa eksik edilmeyen kadının sırtından da sopa eksik edilmemektedir. Söz konusu raporda belirtilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması verilerine göre; fiziksel şiddete uğrayan kadınların oranı yüzde 39, cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 15.3 iken hem fiziksel hem de cinsel şiddete uğrayanların oranı yüzde 41.9’dur. Gerek kentte gerekse kırsalda ciddi bir sorun olan şiddet vakalarında eğitim düzeyi fark yaratmamaktadır. Lise ve üzerinde eğitim almış kadınların da yüzde 27’si şiddet gördüğünü ifade etmiştir. Ne var ki tüm bu oranların çarpıcılığından ziyade en dikkat çekici nokta “bazı durumlarda erkekler eşlerini dövebilir” ifadesine katılan kadınların oranının yüzde1 4.2 düzeyinde olmasıdır. Kadının gördüğü şiddeti meşru bulması sırtından sopanın eksik edilmemesine ilişkin şiarda gizlidir. Var olan konumunu içselleştirmiş kadının bu durumdan şikâyet etmemesi de aynı ölçüde öğretilmiştir.
Kır dizini otur evinde
Kadının toplumdaki konumunu belirleyen belki de en önemli gösterge çalışma yaşamındaki varlığıdır. Yapay bir şekilde büyüdüğünü bildiğimiz ekonomimizde kadın, üretim sürecinin dışında tutulmaktadır. Yıllara göre işgücüne katılımda kadının oranının düşen payı hâlâ temel sorun olarak karşımızda durmaktadır.
1990 yılında yüzde 34.1 olan kadının işgücündeki payı takvimler 2009’u gösterdiğinde yüzde 26’ya düşmüştür, ki bu oranın kırsal kesimde yükseldiğine ilişkin veri (kentte yüzde 22.3, kırsalda yüzde 34.6) ise önemli bir gerçeği göz ardı etmektedir. Kırsalda yaşayan ve istihdama dahil olan her 100 kadından 84’ü tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Nitekim işgücüne katılmayan 100 kadından 64’ü neden olarak “ev kadını” olmalarını gösterirken, ev içinde çalışmayan kadına da iş sınırlaması getirilmektedir. Kadın-erkek işi olarak ayrıştırılan iş piyasasında özellikle hizmet sektörü, kadına uygun bir sektör olarak sunulmaktadır. 
İkincilleştiren kadının bir toplum içindeki statüsünün yeniden belirlenmesi belirli değer yargılarının ve kalıpların kırılmasıyla doğrudan ilintilidir. Her defasında üzeri çizilmesi gereken bu ifadeler bıkmadan usanmadan toplumda farkındalık yaratılması için önemli araçlardır. Ancak, yaratılan bu farkındalıkla kadının statüsü yeniden yazılacak ve topluma nakşedilecektir.

bu yazı ilk olarak BirGün gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.