Header Ads

Her Şehre Bir Tahrir Meydanı

Kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesiyle birlikte iletişim ve ulaşım olanaklarının geliştiği 19. yüzyıldan beri devrimler, belirli bir ülkeyle sınırlı kalmıyor. Şu veya bu şekilde bulunduğu bölgeye, kıtaya yayılırken “zincirleme devrimler” ortaya çıkıyor. Belli ki Tunus’tan başlayan, Cezayir ve Mısır’la birlikte bütün Arap âlemine yayılan halk ayaklanmaları da böyle bir nitelik taşıyor.
1830 ve 1848 burjuva devrimleri Avrupa’yı bir baştan diğer başa sallamış, taçları ve tahtları devirmişti. Bu devrimlerin bir sonucu da Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarıyla Osmanlı’nın siyasal sistemini yeniden düzenlemesi oldu. 20. yüzyılın başında patlayan 1905 Rus devrimi ve 1906 İran anayasa hareketi ile “İkinci meşrutiyet” diye adlandırılan bizim 1908 devrimi de birbirinden etkilendi. 1917’de ise bu kez Avrupa’nın doğusundan, Rusya’dan başlayan işçi devrimi Macaristan ve Almanya’ya doğru ilerlemeye, hatta İtalya’ya ulaşmaya çalıştı ama başaramadı. 1917 Rus devriminin meydana getirdiği altüst oluşlarla Osmanlı’nın tasfiyesi ve cumhuriyet arasında da bir bağ olduğu söylenebilir.
1968’de yine Paris’ten başlayan devrimci işçi ve öğrenci ayaklanmaları ise sadece Avrupa’da değil bütün dünyada bir özgürlük rüzgârı estirmişti. Türkiye sol/sosyalist hareketinin bir yol ayrımına girmesinde ve yeniden şekillenmesinde 1968’in büyük etkisi oldu.

Gerilla başkan
1989 sonrasında ise Doğu Avrupa’daki “halk demokrasi”leri halk ayaklanmaları sonucunda birer domino taşı gibi devrilirken 1991’de de Sovyetler Birliği tarihe karıştı. Soğuk Savaş’ın ardından 1990’lar ve 2000’lerde yükselen sol-radikal bir dalga, Güney Amerika kıtasını tam anlamıyla istila etti ve birçok ülkede 1970’lerin gerillalarını devlet başkanlıklarına taşıdı.
Görüldüğü gibi artık devrimci gelişmeler, hele de geniş halk kitlelerinin harekete geçtiği, ayaklandığı devrimci süreçler belirli bir ülkeyle sınırlı kalmıyor. Zaten tarihsel, kültürel, ekonomik olarak çeşitli ortaklıkları bulunan coğrafyaların biriktirdiği devrimci potansiyel tarihin uygun bir anında bir kıvılcımla tutuşunca yangın hızla etrafa yayılıveriyor. “Karşı-devrimci itfaiye” müdahale edip söndürmeyi başarsa bile o topraklarda dünya yeniden kuruluyor.
Tunus’un ardından da böyle oluyor. Arap ülkelerinin despotik rejimlerinin siyasi olarak zamanlarını doldurduğu kesin. Her biri şöyle veya böyle gidecek ve Ortadoğu yeniden kurulacak. Dolayısıyla Türkiye de bu durumdan derin bir şekilde etkilenecek.

Türk köpüğü
Özellikle Tunus’un ardından Mısır halkının ayaklanması ve Kahire’nin Tahrir meydanının İngiliz sömürgeciliğinden sonra Mübarek despotizminden kurtuluşun da merkezi haline gelmesi üzerine, uluslararası sermayenin sözcüsü Financial Times ve NATO da dahil olmak üzere, birçok kişi ve kurumun Mısır’a ve diğer Arap halklarına Türkiye’yi model olarak göstermesi ilginçti. Karşı-devrimci itfaiyenin bu devrimleri bastırmak için “Türkiye köpüğü” sıktığını görünce “acaba biz ne durumdayız” diye düşünmesi gerekenlerin bundan böbürlenmesi, gururlanması ise trajikomikti. Aslında daha çok Müslüman Kardeşler’e “AKP gibi olun, hareketinizi bölün Batı’ya, neoliberal dünyaya iltihak edin” demek olan bu çağrılara Arap halklarının ne kadar itibar edeceği meçhul… Elbette kendi yollarında ilerleyecekler ama Türkiye’nin Tahrir meydanını dolduran milyonların gözünü kamaştırmadığı kesin. Her devrim “göğü fethetmeye” kalkışır ve sonunda elbette ayakları toprağa değer. Ama Tahrir meydanı hâlâ göğü yumruklamaya devam ediyor.
Türkiye’nin Batılı anlamda bir modernleşme sürecinde daha fazla yol kat etmiş ve gelinen noktada Arap ülkelerindeki siyasal rejimlere göre daha açık bir toplum olduğu doğru ama devrim yapmaya kalkışan halklar, neden bu kadar azla yetinip bu kadar defolu bir model için ölümü göze alsınlar? Kendisi çeyrek yüzyıldır bir tür iç savaş yaşayan, toplu mezarlarından çıkan cesetlere dönüp bakılmayan, polisin her fırsatta göstericilerin kafasını kırdığı Türkiye’yi Arap halklarına model olarak gösterme cüretinde bulunmak, ancak sömürgeci bir kafa yapısının ürünü olabilir. Üstüne üstlük bu örnek gösterilen ülkenin, Arap halklarının kurtulmaya çalıştığı bir despotizme doğru kaydığına ilişkin bu kadar alâmet belirmişken… Arap halklarının ayaklanıp kurtulmakta olduğu yere doğru sürüklenen bir ülke olarak belki yolda karşılaşırız ama artık o zaman bizim onları örnek almamız gerekebilir. Hatta şimdiden örnek aldığımız bile söylenebilir! Nasıl mı?

worldwidetahrir
Tahrir meydanındaki Mısırlılarla dayanışmak, yalnız olmadıklarını göstermek için bir internet çağrısı (worldwidetahrir) “Dünyanın her şehrinde bir Tahrir meydanı” yaratılmasını istiyor. Her ülkedeki Mısır elçiliklerinin ve konsolosluklarının adreslerini verip buralarda gösteriler yapılmasını öneriyor. Ankara için “Atatürk Bulvarı No: 126 - Kavaklıdere” diye Mısır Büyükelçiliği’nin adresi verilmiş. Mübarek gidinceye kadar Kahire’deki Tahrir meydanında olduğu gibi dünyanın önde gelen şehirlerinde dayanışma eylemleri yapılması isteniyor. Oysa Ankara için böyle bir adres verilmesine gerek yoktu. Çünkü Ankara’da zaten bir “Tahrir Meydanı”, yani Kurtuluş Meydanı var ve 3 Şubat Perşembe günü de bu meydan binlerce işçi, emekçi ve öğrenciyle doluydu. AKP hükümetinin istediği her şeyi içine doldurduğu bir “torba yasayı” protesto etmek için sendikaların çağrısıyla Türkiye’nin dört bir yanından gelmişlerdi. Mübarek’e, “Halkın sesine kulak ver” diyen Erdoğan’a seslerini duyurmak için Meclis’e yürümek istediler ama Kızılay meydanına bile geçmelerine izin verilmedi. Kahire’nin Tahrir meydanında devrim yapmakta olan Mısır halkıyla dayanışma dendiğinde biber gazı ve tazyikli su ile dağıtılan bu binlerce göstericiden daha sahici, daha samimi kim olabilir?
İşin gerçeği şu ki, Ankara’nın Kurtuluş meydanında buluşanlar Kahire’nin Tahrir meydanını kendilerine örnek almışlardı. Mesele baskıya, zulme karşı çıkmaksa, dayanışma ancak bu temelde mümkünse Kurtuluş meydanındakiler de bunu yapıyordu. Tahrir meydanını alkışlayanların birçoğu Kurtuluş meydanını yine görmedi. Böyle bir olay hiç olmamış gibi davrandılar. Ama önemli olan halkın öz deneyimi ve ortak vicdanında, siyasi aklında birikenlerdir… Ve gün gelir bu birikim meydanlara dökülür. Unutulmasın ki, her şehrin gerçekten de birer “Tahrir meydanı” vardır!

SEYFİ ÖNGİDER- yazı ilk olarak radikal iki'de yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.