Header Ads

Yaman Çelişki: Hangimiz Gazeteci?

- ÇAĞDAŞ KAPLAN -
KCK adı altında yürütülen ve 35 gazetecinin tutuklanması ile sonuçlanan operasyonun ardından yaygın medyanın gündeminde en çok tartışılan konuların başında “tutuklu gazeteciler” geliyor.

Aralarında TGS ve birçok uluslararası gazeteci meslek örgütünün verilerine göre son operasyonun ardından tutuklu gazetecilerin sayısı yüze yaklaşmışken, Adalet Bakanlığı’nın Türkiye cezaevlerinde tutuklu bulunan gazetecilerin sayısı ile ilgili yaptığı açıklamadaki ısrarı şaşırtmaya devam ediyor.

Medyada, tutuklu gazetecilere ilişkin yürütülen tartışmalarda ortaya çıkan diğer bir şaşırtıcı nokta ise deneyimli meslektaşlarımızın, “acaba gazetecilik faaliyetlerinden dolayı mı tutuklandılar yoksa örgüt üyeliği suçu mu işlediler?” çizgisindeki ifadeleriydi. Bir gazetecinin yaptığı haberin, haber için izlediği toplumsal bir olayın bile örgüt üyeliği için yeterli delil sayıldığı Türkiye’de, birçok deneyimli meslektaşımızın, tartışmayı bu ikileme sıkıştırması biz tutuklu gazetecileri yaralıyor. Bazen aklıma şu soru takılıyor: “Acaba ben gazeteci miyim yoksa örgüt üyesi miyim?”

“Acaba gazeteci miyiz?”

Tabii bu sorunun cevabı, polis tarafından hazırlanarak yargıçlara sunulan soruşturma dosyalarının ayrıntılarında gizli. Gelin şimdi, sorunun cevabını, soruşturmanın ayrıntılarından birlikte bulmaya çalışalım.

KCK adı altında yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınmamın ardından savcılık sorgusu sırasında önüme ilk konulan delil bir ay önce kaleme aldığım “İmralı’da sessizlik sürüyor” başlıklı haberim oldu. MİT yetkilileri ile PKK yöneticilerinin görüşmesinin basına yansımasının ardından birçok tartışmanın yürütüldüğü bir süreçte Öcalan’ın avukatları ile yüz günü aşkındır çeşitli gerekçelerle görüşmesinin neden engellendiğine dair soru soran bir haber.

Şimdi medyada yürütülen tartışmalarda bizim için “onlar gazeteci değil, KCK üyesi” diyen meslektaşlarımıza sormak istiyorum: Bu, bir “gazetecilik faaliyeti midir” yoksa “örgüt üyeliği” için yeterli bir delil midir?

Soruşturma dosyasında karşıma çıkan ikinci ilginç delil ise telefon numaramın, hakkında birçok haber de kaleme aldığım, kamuoyunda “puşi davası” olarak bilinen davada yargılanan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’e ait cep telefonunun rehberinde kayıtlı bulunması... Galatasaray Üniversitesi’nde birçok panele, seminere katılmış bir gazeteci olarak telefon numaramı haber kaynaklarımı çeşitlendirmek amacıyla öğrencilere vermek acaba gazetecilik faaliyeti midir yoksa örgüt üyeliği midir? (Ayrıca Kırmızıgül’ü de yıllardır tanırım. Tanıdığım en değerli arkadaşlarımdan birisidir.)

Bana yöneltilen en komik iddialardan birisi ise Taksim’de sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler tarafından düzenlenen bir protesto gösterisinde, haber takibi yaptığım sırada, yanımda birçok meslektaşımın da bulunduğu bir ortamda, elimde fotoğraf makinem olduğu halde polis tarafından çekilmiş bir fotoğraf karesi. Yine sormak istiyorum acaba haber merkezi tarafından bir gazetecinin haber izlemek üzere bir toplumsal olaya gönderilmesi ve o gazetecinin de o haberi takip etmesi “örgüt üyeliği” midir yoksa “gazetecilik faaliyeti” mi?

Diğer iddiayı soracak olursanız, o zaten tam bir fecaat. Adliyede KCK adı altında yürütülen soruşturmayı takip ettiğim sırada, gazeteci Erdal Er’in sunduğu televizyon programına canlı yayında bağlanarak haber aktarmak. Tıpkı benimle birlikte tutuklanan gazeteci arkadaşım Ömer Çelik’in Van depreminin ardından ailesini yitiren bir çocuğun mektubunu haberleştirmesinin delil sayılması gibi trajikomik bir durum.

Şimdi tutuklanmamızın ardından bizimle ilgili “press-terör” başlıklı haberler yapan, televizyon programlarında “onlar örgüt üyesi” diyen meslektaşlarıma tekrar soruyorum: “Biz örgüt üyesi miymişiz, yoksa gazeteci mi?”

Yoksa ‘onlar’ mı gazeteci?

Tartışmalara bir de şu açıdan bakmak gerekmez mi acaba? Şırnak’ta katliamı andıran ve 35 sivil yurttaşımızın yaşamını yitirdiği olayın ardından meslektaşlarımız 20 saat neden sustu?

Tamam, varsayalım ki, bizler “örgüt üyesiyiz”; peki, ya bu vahim olayın ardından köşelerinde, çıktıkları televizyon programlarında haberin nasıl verileceğine ilişkin hükümetten talimat bekleyerek susan kişilere “gazeteci” denilebilir mi?

Ya da şöyle soralım, bu ülkede gerçekleri açığa çıkartmak isteyen gazeteciler “örgüt üyesi” ise gerçek gazeteciler kim?

Her zamanki gibi Türk medyası vahşeti görmezden gelirken, onlarca muhabiri tutuklanan ajansımız DİHA’nın katliamın ilk anından itibaren susmayarak yaptığı haberler, bir gün karşımıza “örgüt faaliyeti yürütmek” suçlamasına delil olarak çıkabilir mi?

Çağdaş KAPLAN
Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi
A-12-34 Koğuşu
KOCAELİ

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.