Header Ads

Merdivende Üç Şair: Sivas'ın Simge Fotoğrafı

- yazı: ONUR BEHRAMOĞLU -
“Bebekler her şeyiyle gülerler: Dizleriyle, dirsekleriyle, parmak boğumlarıyla, pabuçlarıyla,” der Cemal Süreya. Bebeklerimiz candan gülmekteyken, an gelir, gözlerimizi kaçırıveririz. Cinayetler, kırımlar, zulümler gelir hatırımıza; cinayetler, kırımlar, zulümler ve her birindeki payımız. Susup sinmişliğimiz, bakıp geçmişliğimiz, ürküp kaçmışlığımız. Bir de şairler vardır. Bebeklerin dizleri, dirsekleri, parmak boğumları, pabuçlarıyla gülüşlerine layık olabilmek, mahcup olmadan gözlerine bakabilmek için yapılması gerekenleri düşünmekten hızlı hızlı çarpan kalpleri vardır onların. Ve alçaklığın gizli-açık tarihi vardır; şairlerin, şair ruhlu devrimcilerin kurşuna dizildiği, ipe çekildiği, uçaklardan atıldığı, yakılıp kül edildiği. İşte bu alçaklık tarihinin en kara birkaç sayfasıdır Sivas’ta yazılan.

Bir yanda, “Hu demine bir ikrarı güdenin /Tu yüzüne ikrarından dönenin / Pir Sultan’ım münafığın nadanın / Gönül aynasını sildiremedim” diyerek yolundan dönmeyişinin bedelini asılarak ödemenin; milli mücadelenin, Mustafa Kemal’in; Cumhuriyet’in köy enstitülerinde yoksul halk çocuklarına saz öğreten Âşık Veysel’in, cümle âşıkların Sivas’ı. Diğer yanda, “Yürü bire Hızır Paşa /Senin de çarkın kırılır / Güvendiğin Padişah’ın / O da bir gün devirilir”, işte o Hızır Paşa’nın; yüzlerce yıl sonra, başka bir padişahın Kongre’yi basıp dağıtması için vali ve komutan olarak atadığı Ali Galip’in; 2 Temmuz 1993’te Madımak’takileri diri diri yakan katillerin Sivas’ı. Kendi kanımızdır, iki Sivas’ın mücadelesinin buruk şarabı diye içtiğimiz.

“Celladına bile narin” der Metin Demirtaş, dışarıdaki gerici güruhu otele girse ilk karşılaşacakları merdivende oturmuş Metin Altıok için. Elinde ince saplı bir temizlik fırçası. Bir incelik bilgisi, incelik bilgesi olarak. Viran yüreğiyle. Ömrü boyunca haksızlık etmeden suya ekmeğe. Ardında sırtlan gülücükleri. “Ben bu dünyada bir pıtrağım” diyerek. Metin amcam. Bana daima, gelmiş geçmiş en büyük, en soylu şairlerden Turgut Uyar’ı hatırlatan. “Birinin gitmesi gerektir / Bütün çocuklar adına.” Yeni yürümeye başlamış bir çocuk alır onun gözlüğünü düştüğü yerden.

“Karşıdevrimciliğin eylem alanı, cumhuriyetin ilk eylem alanıyla, aynı yerde karşılaştı” der Müslim Çelik, “Gericiliğin (irtica) kınında artık durmak istemediğini, şakırdayıp, savrulup, saplanmak istediğini” yazar. Haydar Ergülen’in “elem doktoru” dediği Behçet Aysan’ın şövalyece vuruşabileceği türden bir düello yok; aydınlanmaya, devrime, insanlığın yüce değerlerine, ideallerine, hayallerine kurulmuş pusular var. Oradan sağ çıkan Zerrin Taşpınar’ın, birkaç saat sonra katledilenlerin isimleri televizyonda sıralanırken “Sefa Behçet Aysan” adını duyduğundaki itirazı: “Behçet olamaz, hayır! Onun adı Sefa değil. Sezgim şuydu sanırım: Bir kavganın içinden, devrimci gelenekten gelen Behçet kurtulamamışsa, burada olmayanların hepsi ölmüştür!” Her çarşamba yoksul hastalar için ücretsiz halk günüdür Behçet ağabeyin. Üç beş yumurta, biraz peynir, tandırda taze pişmiş ekmeğiyle gelen halk alır onun gözlüğünü düştüğü yerden.

“Yangını insan kılığındakiler çıkartır.

Ama döner insanlar söndürür” der Ali Balkız. İnsan kılığındakileri Semih Çelenk anlatır: “Yapılabilecek en aşağılık şeyi yapıyorlar. Oteli ateşi verip dışarıda tamtam çalarak bağırıyorlar. İnsan soyunun ne kadar aşağılık olabileceğinin sınırlarını gösteriyorlar bize.” İnsan olanları da anlatır, merdivendeki üç şairin fotoğrafına bakarak: “İçerdekiler ise tam tersi. Bu fotoğraf insanın o pürüzsüz saflığını, o engin ve yüce ruhunu göstermek için çekilmiş sanki. Merdivende üç şair, üç ermiş, üç insan.” O üç şairden Uğur Kaynar için, “Melek gibi denen insanlardandı. Belki de sakalları bu nedenle yumuşacıktı” der Ahmet Say, Efendilik denen şey, hep onda kalırdı. İnsanın doğar doğmaz yalana alıştırılmasına efendice karşı çıkan da, Sivas’ın Zara’sından gelen bu öksüz melektir: “Kızımın dudak ucuna tutuşturulan yalancı memesi, toprağın tenine aykırı açmış yaban bir çiçek gibi eğreti duruyor yüzünde.” Ölmüş anası alır onun gözlüğünü düştüğü yerden.

Uğur Mumcu’nun aziz hatırasına yaraşan nitelikteki çalışmalarıyla tanıdığımız Orhan Tüleylioğlu, ‘Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri’nden sonra, sonsuzca belleğimize kazınmış bir fotoğrafın kitabını hazırladı; “Merdivende Üç Şair”e dair şiirleri-yazıları-hatıraları derleyerek Si­vas karanlığına bir işaret fişeği daha çaktı. Suç ortak­ları, heykeli ucubeden saymayan, bir tabloya saatlerce bakabilen, ti­yatroya-sinemaya-konserlere giden, şiir yazan, şiirleşen insanları ülkenin. “Haksızlıklara bir Bayrampaşa tokadıyla fena halde giydirmeyi” de bilirler.

“3 Temmuz 1993 günü, Madımak’ta, kaç kadın koynuna bir katil aldı diye düşünüyorum. Kaç çocuk, eli isli, dumanlı babasının yanaklarından öptü.” Onur Caymaz, o halde yangında ilk yakılacaklardan. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganını hatırlatır Ahmet Özer, demek ki tehlikeli. Ahmet Telli şiir yazmaya devam eder, yoksa vatan haini mi? “Son dervişler de gitti / bendedir hırkaları” derim, bu hırka suç delili sayılıp onlarca sene tutuklu kalmama yol açar mı? Bu ülkenin aydınlık insanlarının her biri, devlet memuriyeti sözlü sınavında “Sivaslıyım” dediğinde “Yakanlardan mısın yakılanlardan mı?” sorusuyla kanı donan Alevi yurttaşımız kadar naçar mı? Öyleyse, kara şahlanışın karşısında, merdivenlere… Yıldızlara, şair katına, insana çıkmak için…

Sivas-Gemerek’te yakalanıp Ankara’ya getirilen Deniz Gezmiş’e haritada Sivas’ı gösteren İçişleri Bakanı küçümser bir tonla sorar: “Buradan mı gidilir devrime?” Oradan karşıdevrime gitme uğraşındakilerle mücadele edenler adına, Deniz yanıtlar soruyu: “Pusuda beklerken, uğrunda bu büyük kavgaya girdiğim insanlara amansız bir sevgi duyuyordum. Uğrunda mücadele verdiğim köylülere, işçilere, özellikle de çocuklara. Çocukları düşünüyordum. Anlatılmaz bir sevgi, anlatılmaz bir özlem duyuyordum onlara; çocuklara.”


“Merdivende Üç Şair”, Haz: Orhan Tüleylioğlu, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2012

*Remzi Kitap gazetesinden alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.