Header Ads

Helalleşmiyorum!

- ELİF DUMANLI -
Bitmedi. Gün bitti ama cam kırıklarının sesleri bitmedi. Çatıdaki kiremitler bitmedi. Ve o adamların öfkeleri bitmedi. Sebep Alevi olmamız. Türk, Sünni, erkek olmayanların çilesi bitmiyor bu topraklarda.
Benim Alevi çilem, sübhanekeyle başladı ortaokul 1’de. İlk duaydı. Ezberlemem gerekiyordu. Daha önce hiç dua duymamıştım. “Bana sübhanekeyi öğretir misin?” diye sorduğum herkes gülerek, muzipçe öğretti. Sübhaneke sümbül teke, anan eke, baban teke… Dahası da vardır da ben hatırlamıyorum. Ama hatırladıklarım var. Dua sırası bana geldiğinde din hocasının yüzü, gözlerindeki öfke. Dinmedi onun da öfkesi, Madımak Oteli’nin çatısındaki adamlarınki gibi. Yıllarca ikmale kaldım. Yazın on beşer günlerimi ayırdım dualara. Din hocasına öfkelenemedim, şaşkınlığımdan. Anlayamadı çocuk aklım öfkesini. Anlamlandıramadım. Ben de öfkelendim. Ohh, en sonunda din hocasına öfkelendi, diye geçirmeyin içinizden, bizimkilere öfkelendim. Sebep mi? Kaldıramadı çocuk dünyam bir öğretmenin öfkesini ve yıllarca bitmeyen uğraşısını.

Sıradan olmak istedim. Alevi oldukları için kızdım. Sünni olunabilir sanıyordum. Camiye gideceğim diye de tutturmuştum. Aldırış eden olmadı. Sübhanekeyi, oyun sanıp da öğretenlere de öfkelendim. Onlar için zararsız sıradan bir şakaydı belki ama benim hayatımın akışını bozmuştu.

Açlığın mezhebi
Gizli gizli, yan mahalledeki camiyi incelemeye başladım. Gidip adımımı atsam, ben geldim, Sünni olmaya karar verdim desem alırlar mıydı acaba diye düşündüm. Oranın bana yasak olduğunu nasıl öğrenmiştim ta o yaşlarda. Kimse bana yasak falan dememişti halbuki. Gizli gizli incelediğim günlerde, camiye yakın bir yere, bir araba duruyordu. Ellerinde tencereleriyle sıraya girenler yiyecek alıp dönüyorlardı. Arabayı ve tencereli insanları keşfettiğim günler, açlığı keşfettiğim günlere denk geliyordu. Annem uzunca bir dönem hastanede yatmıştı. Babam ise asiliğinden dolayı ikide bir de girdiği işlerden kovuluyordu. Ebemin gönderdiği düğürcekten (ince bulgur) düğür çorbası yapıyorduk. Düğür çorbası da bitmedi. Bitmeyen düğür çorbası yüzünden yediğim çimdikler de acı olarak kaldı ruhumda. Rahmetli anam, misafir geldiğinde abim ile beni böğrüne oturtur, misafir yemeden düğür çorbasını yemememiz için bizi çimdiklerdi. Biz elimize tencere alıp giremedik hiçbir zaman o arabanın arkasındaki sıraya. Açlığın mezhebi olduğunu da böylece öğrendim.
Büyüdüm. Deniz’in parkasının arkasındaki gözlerine bakarak. Devrimi öğrenmiştim. Açlığın ve eşitsizliğin olmadığı bir dünyanın mümkün olduğuna inandım. İnanıyorum da. Çocukluğumu yaşamasam da, ev işlerinde çalışmasam da nasıl da umut doluydum. Devrim, elimi uzattığımda tutabileceğim uzaklıktaydı. Devrime hazırlanmak için gece gündüz kitap okumalar, mahalledeki küçük komünümle hayat üzerine tartışmalar...

O oteldeydim
2 Temmuz. Bıçakmış. Hayatımı böldü. Ve hayatım boyunca diğer 2 Temmuz’lar. Hep aynı soru: “Eee, sen de mi oteldeydin?” Eee, uzatma hadi anlat o günü, repliği. Aksiyonel bir olay anlatamam. Belki bir gün. Ama taşımaktan yorulduğum ağırlıklardan bahsedebilirim. Ölmemenin ağırlığı. Yanmış ten kokusunun ağırlığı. Direnmemenin ağırlığı… Tabii benimle birlikte yüzleşmeye hazırsanız.

Uzun yıllar Amerika’da travma üzerine çalışan terapist yaşadığım travmalarla sosyal hayatımı nasıl idame ettiğimi sordu. Literatürlükmüşüm. Girdim de literatürlerine. Sosyalisttim, dedim. Kişiliğime yapılmış bir şey olmadığını, sistemin değiştirilmesi için mücadele verilmesi gerektiğini söyledim. O uzunca bir süre sosyalist düşüncenin travmaya etkisi anlayamadı. Dilim döndüğünce anlattım. O da, travmanın günlük hayattaki etkilerini anlattı. Unutmak için bastırmaktan dolayı hafızamda oluşan boşluklar, o anı yaşayışıma inanmadığım için benim dışında bir benliğe doğru kayışım, ağlayamamam, acımı hissedememem, katılıklarım, nedensiz öfkelerim… Hayatımı sarmış travmam. Beni ayakta tutan tek şey ideolojim olmuş.

Tek istediğim ağlamaktı. Ağıt bile yakamadım. Devrimden sonraya bırakmıştım her şeyi, tipik solcular gibi. Yalan yanlış dikmişsin yaralarını, dedi. Dikişlerimi söküp, yaramı kanatacaktım. Alabildiğince. Yüzleşecektim. Sonra da yaramı düzgünce dikecek ve zamanın merhemini sürecektim.

Alevilerin yüzleşmesi
Eğri büğrü diktiğim dikişleri tek tek sökmeye başladım. Kanayacaktı yaram. Yüzleşecek, tüm irinlerimi akıtacak ve sonrasında da düzgünce dikecektim. Sökmeye başladım. Gözlerimden düşen ilk damlanın seyrine takılmışken gözlerim Özgür Gündem’in manşetine takıldı. Dağ bayır çocuklarının kemiklerini arayan, bulduğu her kemiğe sarılan analar. Ölüm eşiğindeki tutsaklar… Utandım. Kendi acılarıma ağlamayı ucuz ve züppece buldum.

Anladım ki, yüzleşmek sistemle ilgili. Sadece benim yüzleşmemle olabilecek bir şey değil. Sadece kendi acıma gömülmekle olacak iş, hiç değil. Biz Aleviler, yüzleşmedikçe, yanı başımızda yüzleşenlere yüzümü dönmedikçe bu yara kapanmaz. Kapanmadığı gibi, balkon konuşmalarından medet umar, devletin düzenlediği çalıştaylara umut bağlarız.

Ben de 18 yıldır hangi sebeple bilemiyorum Metin Altıok’un kızı Zeynep gibi adım atamadım Sivas’a. Katillerimizle isimlerimizin yazıldığı o plaketi sökmek için gideceğim ama. Zeynep, bir nefeslik uzaklıktayım.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.