Header Ads

Kadın Olmak

- MURAT SEVİNÇ -
Nejla (Yıldız) öldürüldü. Ayşe (Paşalı) öldürüldü. Arzu (Yıldırım) öldürüldü. Serpil (Kamay) öldürüldü. Sevgi (Sağlam) öldürüldü… Gazetelerdeki ilk haberleri, isim ve soyadlarının baş harfleri yazılarak verildi. Öldürülmelerinin gerekçesi kadın olmalarıydı. Bu toprakların, erkek ve kadınıyla birlikte yaratılmış riyakâr ahlakı nedeniyle, siyasetin aynı klişeleri yineleyen pespayeliğinin, insana, insanca yaşam için gerekli koşulları hazırlamadaki isteksizliği nedeniyle öldüler. Toplumdaki yaygın inanışlar, o toplumun devleti, o devletin tüm organları katkı sundu bu cinayetlere. Geçtiğimiz hafta, merkez medyada yer alan başlıkların yalnızca birkaçı şöyleydi: “Karısını öldürüp intihar etti”, “Burnunu kesti, haşladı, yetmedi bıçakladı”, “Ablasını öldürenlere çay servisi yapmış”, “Ceylan, ölüme böyle götürüldü”.

Kadına toplumsal bakış

Kadın sorunu ve şiddet, aynı zamanda ‘anayasal sistem’ adı verilen ve tüm siyasal düzen katmanlarının dahil olduğu karmaşık ilişkiler ağının da dikkate değer başlıklarından biri. Anayasal düzen ifadesi, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkiler ağını anlatıyorsa, o ağı örenlerin ‘yarısı’ olan kadının sorununu sistem tartışması dışında ele almak mümkün mü? Her devlet, nihai olarak o devletin örgütü ile yurttaşı arasında bir ‘baskı ve rıza’ mekanizmasına gereksinim duyar. Çarkın işlemesi, kimliklerinden biri de kadınlık ve erkeklik olan yurttaşın o rızayı verebilmesine bağlı. Devletin kimliği erkek olunca, kadın yurttaşın kendisini var edebilmesi için hem erkek tarafından yaratılan devasa devletle hem de birey olarak, erkek kimliğiyle mücadele etmesi gerekiyor. Devlete karşı kazanılan her kurumsal zafer (örneğin oy hakkı), bireysel yaşamlarda eşitlik sonucunu yaratmıyor. Tabii, farklı devlet tezlerinin kadına yaklaşımlarının da değişiklik arz ettiğini hatırlatmakta yarar var.

Türkiye’de kadının, kurumsal bazı eşitlik sözlerini çok yıllar önce almış olmasına karşın (1930’lardan bugüne) uygulamada hiçbir zaman eşit olamamasını yalnızca hukuk metinleriyle anlamaya çalışmak akıl dışı. Örneğin şu aralar, “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” gündemde. Çok tartışılacak, uzmanlar çeşitli açılardan eleştirecek. Ancak, koruma kararı verilebilmesi için evlilik şartının aranmaması, barınma sağlanarak kimlik bilgilerinin gizli tutulması, şiddete tanık olanların da haber verme yükümlülüğü bulunması, elektronik kelepçe gibi tedbir ve öngörülen cezaların şiddeti engelleyebilmeyi amaçladığını herhalde kabul ederiz. Ancak bu kabulle, işte yine aynı noktaya geliniyor: Mevzuat oluşturmak son derece önemli de o mevzuatı oluşturan ‘toplumsal bakış’ sorunlu. Burada asla bir parti ya da siyasal hareket kastedilmiyor.

Muhafazakârlaşmanın kadın cinayetlerini de artırdığını ve artırabileceğini düşünebiliriz, bu konuda yazıp çizenler var. Ama her muhafazakârlık aynı sonuca neden olmayacağına göre, belli ki Türkiye’de ‘tutuculuğun bir şekli’ yürürlükte.

İffetli ve iffetsiz

Sorun, yurttaş kitlesini, yani devleti hem oluşturan hem de onunla mücadele eden halkın yarısını oluşturan kadına bakışın, tutuculuğun biçimlerinden biri tarafından sakatlanmış olması. Söz konusu bakışın öyle yalnızca okumuşlukla da ilgisi yok. Araştırmalara bakılırsa üniversite mezunları da şiddete meyyal olma konusunda yarışıyor. Türkiye’de, başkaca sorunlarda olduğu gibi, erkek ve o erkeğin devleti, kendisini kadın ile eşit yurttaş görmeyi reddediyor. Eşcinsel ile, gayrimüslim ile, Kürt ile vs. eşit görmeyi reddettiği gibi. Eğer kimilerinin ‘daha eşit’ olduğunu bir kez kabul ederseniz, o zaman insanca ve yurttaşca her istek, ‘sahipten talep edilen’ düzeyinde ele alınır. Türkiye’de olan bu.

Örneğin, 1989’da bu ülkenin Anayasa Mahkemesi (yedi üyesi), fahişeye tecavüz edildiğinde ceza indirimi öngören TCK 438’i Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bulmazken, kadınları “iffetli ve iffetsiz” olarak ikiye ayırmış, iffetsize tecavüze az ceza verilmesinin ‘eşitlik ilkesini’ zedelemediğine hükmetmişti. Şimdi bu ruh halini ve sonrasında o üyelerden birinin Cumhurbaşkanı oluşunu, ‘egemen erkek kafasının kurduğu eşit olmayan’ ilişki ve ‘ikiyüzlü ahlak anlayışı’ dışında nasıl açıklayabiliriz? Sokaklarda her gün tacize uğrayan, özellikle belli saatten sonra polisin de ‘aşufte’ muamelesi yaptığı kadının sorununu, hangi elektronik kelepçeyle çözeceğiz?

TBMM’de, kamu kurumlarındaki atamalarda, özel sektör yöneticiliklerinde hâlâ utanmadan ‘hayatımızın süsü’ muamelesi yapılan kadının, süs değil insan ve yurttaş olduğunu, ne yazık ki önce ‘analarının’ itinayla salaklaştırdığı ve sonrasında tüm dini/toplumsal ağın ısrarla yüceltip şuursuzlaştırdığı erkeğin dünyasına nasıl anlatacaksınız?

Yarı yarıya kuralı

Bir TV dizisinde tecavüz mağdurunu canlandıran oyuncunun, Kültür Başkenti’nin yeni zonta mekânı Asmalımescit’te yan masadaki erkekler tarafından taciz edilmesini ve yine, edebini paraya tahvil etmişlerin, gazetelere “Şişme Fatmagül geldi” şeklinde ilan verip hâlâ insan içine çıkabiliyor olmalarını, kime nasıl açıklayabiliriz? Hayatın her alanında tanık olduğumuz kadın düşmanlığını ve erkeğin yüzünden bir türlü silinmeyen o muzaffer, yılışık gülümsemeyi nasıl yok edebiliriz? Evet hukuk, önlemlerin alınması, cezaların ağırlaşması değerli adımlar. Ancak böylesi bir toplumsal felaketin çözümü için tüm kadın ve erkeklerin haykırması gerekir.

TBMM’de, partilerde, TV’lerde, yazılı basında, sokakta, üniversite amfilerinde, akla gelecek her yerde, aklı başında kim kaldıysa bu memlekette, herkesin eşit yurttaş olduğunu bıkıp usanmadan anlatması, kavga etmesi gerekir. Tabii, madem hukuk da bir araç ve kimileri başını mevzuata çarpmış durumda, yasa yolu da sonuna dek zorlanmalı. Mevzuatçılar, eleştirenlerden bir öneri bekler her zaman.

Eşitlik mi, pozitif ayrımcılık mı, peki o zaman: Seçim ve atamayla gelinen tüm görevler için, adayların belirlenme sürecinde, yarısının kadın olacağı şeklinde düzenleme yapılsın. Yok öyle, ‘şu kadar kadın milletvekili seçildi!’ böbürlenmesi. Başta TBMM, tüm kamusal görevlerde aynı ‘yarı yarıya’ kuralı uygulansın. Eğer, ‘hayır’ yanıtı verilirse, bunun anayasal, yasal ve ahlaki gerekçeleri sorulsun.

Erkek, kamusal yaşamın her alanında kadını ‘yöneten’ pozisyonunda görmeli ki yalnızca anne, eş, bacı olmadığı bilinci yerleşsin. Ezcümle, herkes bir şey yapmalı. Ama önce utanmalı. Türkiye’de erkek, olup bitenler karşısında önce, yalnızca erkek olduğu için mahcubiyet hissetmeli ki öldürülen, taciz edilen, intihar eden, kendisini yakan kadın fotoğraflarındaki gözlere bakabilsin.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.