Header Ads

Çeyrek Bilim, Çeyrek Ticaret

- yazı: ASLI TOHUMCU -
Editörlüğünü İlknur Arslanoğlu’nun yaptığı, her biri alanında uzman on iki doktorun (Ahmet Aydın , Ahmet Özdoğan, Ali Rıza İçer, Bülent Kara, Gülümser Heper, İlknur Arslanoğlu, Kaan Arslanoğlu, Mutluhan İzmir , Osman Elbek, Tolga Binbay, Uğur Yılmaz ve Yavuz Dizdar) ve ekonomist yazar Mustafa Sönmez’in yazılarıyla destek verdiği “Tıp Bu Değil”, her alanda olduğu gibi sermayenin eline teslim edilen tıbbın acilen sorgulanması, bilimselliğinin tartışılması, temelden yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizen bir çalışma. Çoklarının övgüyle bahsettikleri, hükümetin sözde “sağlıkta dönüşüm” politikalarının, aslında toplum karşıtı politikaların ürünü olduğunun da.

Doktorunu bulamayan anne
Ben ne hekimim, ne de tıp öğrencisi! Benim “tıp” konusunda kalem sallamam bile bir yanıyla “anormal”, kabul. Ama bir o kadar da normal, çünkü ben de var olan sağlık sisteminden iyi kötü nasibimi alıyorum. Her kış çocuğuna aylar boyunca her gün, günde üç posta, her postada dört-beş kaşık ilaç içirdiği halde, çocuğunun öksürüğü, burun akıntısı dinmek bilmeyen bir anneyim. Çocuğumu ecza dolabına çevirmeden iyileştirmenin bir yolu olup olmadığını sorduğum her seferinde doktor değiştirmek zorunda kalan, doktorunu bir türlü bulamayan bir anne. ‘Tıp Bu Değil’in halk için de yazıldığını vurgulamışlar ya arka kapakta… Ben de kitaptan –varsa– cehaletimizi giderecek bazı alıntıları, aklımda uyanan bazı sorularla birlikte “halk”tan biri olarak paylaşmak isterim. Romanlarından tanıdığım Psikiyatri Uzmanı Kaan Arslanoğlu’ndan başlayacağım. Çok yerinde bulduğum bir saptaması var Arslanoğlu’nun: “İnsanları bu düzen hasta ediyor. Öte yandan insanlığın öyle ya da böyle çoğunluğu açısından kapitalizmi yeğlemesi başlı başına en yaygın akıl hastalığı. Kansere, kalp hastalıklarına, obeziteye, diyabete, otoimmün hastalıklara eğilimi giderek artıran bu yaşam tarzı, bu sosyo-ekonomik sistemdir.”

Arslanoğlu bu saptamayla birlikte, bazı basit çevresel düzenlemelerle, modern tıbbın getirdiklerinden fazlasının elde edilebileceğine de vurgu yapıyor. Bu çevresel düzenlemelerin de bir zamanlar tıbbın bir parçası olduğunu, ancak artık neredeyse tıptan kovulduğunu; düşünmemeye programlı bir tür olarak, tedaviyi esas olarak ilaç tedavisine indirgemenin kolayımıza geldiğini ekleyerek! 

Eyvallah; artık daha uzun yaşıyoruz, daha iyi tedavi ediliyor, birçok hastalıktan daha az ölüyoruz. Peki eskiye oranla daha çok hastalandığımızın, gittikçe uzayan ömrümüzün daha büyük bir kısmını “hasta” olarak geçirdiğimizin farkında mıyız? Kanser ve kalp krizi tedavileri eskiye göre daha başarılı, ancak bu hastalıklara yakalanan insan sayısı da gitgide artıyor. Kitapta bu tez, can sıkıcı istatistiklerle ispatlanıyor. 

Dr. Ahmet Aydın kanserin coğrafyaya göre de değiştiğini vurguluyor mesela: “Tıbbi imkanların son derece az olduğu gelişmekte olan ülkelerde çok az kanser var. Fakat burada yaşayan insanlar gelişmiş ülkelere göç ettikten bir iki yıl sonra onlarda da kanser sıklığı artıyor. Bu durum kanserin, genetik nedenlerden çok çevresel nedenlere bağlı olduğunu ve bunların önlenebileceğini düşündürüyor.” Ahmet Aydın ’dan alıntılamaya devam edelim: “Bugünkü genlerimizin yüzde 99.99’u kırk bin yıl önceki atalarımızın genleri gibi çalışmakta. Yani genlerimiz eski, kırk bin yıl önceki gibi, ama onları etkileyen çevresel faktörler yeni ve çok değişti… Eğer genlerimizin baş edemeyeceği doğal olmayan yiyeceklerle beslenirsek hücrelerimiz yıpranıyor ve normal işlevlerini göremiyorlar. Sonuçta genler ve yiyecekler arasındaki bu evrimsel uyumsuzluk hali, şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, depresyon, hiperaktivite, otizm, reflü, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk sendromu, kanser ve osteoporoz gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda kronik-dejeneratif hastalığa neden oluyor.” 

Tıp eğitimi olmayan insanların televizyona çıkıp “bu şuna iyi geliyor” diyerek, değişik satış ve pazarlama teknikleriyle bizi aldatmalarına… Gıda, ilaç, sağlık malzemeleri vs. üreten firmalar tarafından desteklenen sağlık programı ve kongrelerde bilimsel gerçeklerin konuşulamamasına ne diyeceğiz? Geçmişte bir bilim olan tıbbın raf ömrü uzun gıdalar ve raf ömrü kısa ilaçlar üreten firmaların tercihleri doğrultusunda bir “piyasa”ya dönüşmesine?
 
Dr. Uğur Yılmaz’ın sözlerine göz atalım bu durumda: “Herhangi bir ülkede uygulanan sağlık sistemi ülkede hüküm süren ekonomik ve siyasi sistemden farklı değildir. Günümüzde genel olarak sağlık sistemi olarak adlandırılan hizmetler, sağlık kavramı üzerinden sürdürülen bir ticarete dönüştürülmüştür. Bu gerçeği ve bu sistemde hekime verilen rolü iyi anlamak gerekmektedir,” diyor ve bir hastalığın tanısının ne kadar değişken ve keyfi olabileceğini, hekimin teşhiş ve tedaviyi istediği gibi belirleyebileceğini açıkladıktan birkaç sayfa sonra ekliyor: “İnsanları gereksiz yere ömür boyu ilaç kullanmaya inandırmak ve yönlendirmek için sağlık ve hastalık tanımı ve anlayışı değiştirilmiştir. Eskiden insanlar nadiren hasta olur ve hekime giderdi. Varsayılan hali sağlıklı olmaktı. Bugün hastalık hali varsayılan durumdur.” 

Uğur Yılmaz’ın durumdan çıkardığı sonucun özeti; “İnsanlar başıboş bırakılmamalı, arabalarda olduğu gibi servis istasyonlarına giderek düzenli bakım ve kontrollerini yaptırmalıdır”! 

Yine Yılmaz, sağlıkta dönüşüm dediğimiz şeyin, “Herkesi sağlık sistemine bağımlı hale getirmek; insanların sürekli olarak sağlık tesislerine başvurmasını sağlamak, sağlık harcamalarını arttırmak ve bu harcamalar içinde SGK’nın karşıladığı paketi sürekli küçültürken insanların keselerinden yaptıkları harcamaları arttırmak” olduğunu açıklıyor. Kaan Arslanoğlu koruyucu hekimliğe geçiş sağlanmadığı sürece bu sistemi mali olarak sürdürmenin imkansızlığına, sağlıkta büyük krizler beklemenin “gamlı baykuşluk” olmadığına dikkati çekiyor.
‘Tıp Bu Değil’ böyle böyle, sağlık harcamalarındaki artışın modernleşme ya da batı standartlarını yakalama anlamına gelmediğini, kullandığımız bazı ilaçların eczanelerde değil, büfelerde bile satılsa bu derece büyük satış rakamlarına ulaşmayacağını, günümüzde en iyi doktorun hastaneye en çok para kazandıran doktor olduğunu, tıbbın paranın, medikal tekellerin ve devletlerin ihtiyacını karşılayan “çeyrek bilim, çeyrek uygulama, çeyrek ticaret, çeyrek şarlatanlık” haline geldiğini ortaya koyuyor. 

Bizi öğüten sistem ve onu besleyen kötü dinamikler konusunda fikir sahibi olmak, sağlık sisteminin ne kadar tekinsiz bir hal aldığını kavramak istiyorsanız, tüm bunlara karşı korunmak için bazı ipuçları verecek, ilginizi çekecek birden çok makale bulacağınız bir kitap. Keşke kapağını bir açsanız!

TIP BU DEĞİL
Editör: İlknur Arslanoğlu
İthaki Yayınları
2012
288 sayfa
19 TL.

*radikal kitap

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.