Header Ads

Plaza de Mayo Anneleri

- Sena Akalın -
Bundan birkaç hafta önce insan hakları hukuku hocam David Bondia Garcia, bana Rosa Tarlovsky de Roisinlit'in, Mayıs Anneleri hareketinin nasıl başladığını anlatmak için dersimize geleceğini ve benimle özellikle tanışmak istediğinden bahsetti. Neden özellikle benimle tanışmak istediğini sorduğumda, 1998 yılında Cumartesi Anneleri’ne destek olmak için İstanbul’a geldiğini ve derste Türk bir öğrenci olduğunu duyduğunda Türkiye’deki gelişmelerden haberdar olmak için benimle konuşmak istediğini söyledi. Ne diyeceğimi bilemedim. Hocam konuşmaya devam ederken aklıma üniversitenin ikincisi senesinde izlediğim Olimpo Garaji filmindeki, ailelerine kavuşma hayaliyle uçaklara tıkıştırılan Arjantinli gençlerin Atlantik okyanusunun derin sularına acımasızca fırlatıldıkları o korkunç sahne geldi. Sonra Eylül 2008'de Buenos Aires’e geldiğim ilk günlerde izlediğim diğer darbeyle ilgili filmler. Hocam konuşmayı bitirince çok teşekkür ettim ve Rosa’yla tanışacağım günü beklemeye başladım.

Rosa Tarlavsky de Roisinlit, Arjantin’de 1976-1983 yılları arasındaki askeri diktatörlük döneminde çocuğunu kaybeden on binlerce anneden biri. Cunta döneminde diğer annelerle bir araya gelerek kurdukları Mayıs Anneleri inisiyatifinin şimdilerde genel sekreterliğini yapıyor, diğer anneler gibi oldukça enerjik olan Rosa, cemiyetin dünyada barışı desteklemek amacıyla başlattığı barış anneleri hareketiyle, birçok ülkede darbelerden ötürü kaçırılan ve bir daha asla izi bulunamayan işkenceye maruz bırakılan gençlerin ailelerine bıkmadan usanmadan yardım etmeyi sürdürüyor.

Cuma günü gelip çattığında, okula giderken inanılmaz bir yağmur yağmaya basladı. Rosa'yı düşündüm. Sabahın yedi buçuğunda ben okula gitmek için hazırlanırken Rosa'nın o buz gibi kış gününün sabahında bizim gibi darbelerden, işkencelerden, zorunlu ayrılıklardan bihaber yetişen bir nesle kendisini, parçalanan ailesini, onun gibi çocuklarını torunlarını arkadaşlarını kaybeden binlerce kişinin yaşadıklarını kısacası anlatılması oldukça güç olan bir sürü şeyi anlatmak için nasıl hazırlandığını düşündüm. Banyoya gidişini rujunu sürüşünü en şık kıyafetlerini seçip yavaşça giyinişini ve dikkatlice merdivenlerden inişini hayal ettim. Okula geldiğimde yarım saatlik ders sonrasında Rosa yağmurdan ıslanmış yeşil montuyla ve kocaman şemsiyesiyle içeri girdi. Tam hayal ettiğim gibi oldukça neşeli ve bakımlı, gözleri ışıl ışıl 91 yaşında bir anneanneydi. Hocamızın yardımıyla sandalyeye oturdu ve hepimize bir süre baktıktan sonra konuşmaya başladı. Rosa konuşmasına Arjantin'de yaşananlardan değil de Türkiye'de yaşananlardan bahsederek başladı. Benim sınıfta olduğumu biliyordu. Aranızda birçok yabancı öğrenci var biliyorum. Ülkenizde yaşananlardan haberdar mısınız ya da yaşınız buna yetiyor mu bilmiyorum ama bugün hala dünyanın birçok yerinde bizim yaşadığımız kabusu yaşamaya devam eden birçok anne var dedi. Cumartesi Günü Annelerinden bahsetti. İlk olarak 27 Mayıs 1995'te Galatasaray Lisesi önünde toplanan oğullarını kızlarının bir daha hiç bir şekilde izini bulamayan annelerle birlikte kolkola yürüyüp onlara ellerinden geldiği kadar yardımcı olmak için nasıl çaba sarf ettiklerini anlattı. Sonra biraz soluklanıp tekrar bize uzun uzun baktı ve hayatında ilk yaşadığı darbe sabahını anlatmaya başladı. Hiçbir şey olmamış gibi okul formasını giyip okula gidişini öğretmeni bugün darbe oldu evinize gidebilirsiniz dediğinde sevinçle hiç bir şey anlamadan nasıl eve döndüğünü ve sonraki senelerde darbelerin, sürekli düşen hükümetlerin, ülkesinde oldukça olağan bir şey olmaya başladığından bahsetti. Sonra suyundan bir yudum alıp, onu çok uzun bir süre hayata küstüren, en sevdiğini en kıymetlisini ondan alan, çaresiz bütün dünyaya kızgın bir şekilde tek başına bırakan o son korkunç darbeyi anlattı.

Hiç kızım diye cümleye başlamadı Rosa de Roisinlit. Kaybolanın, işkenceye uğrayanın, öldürülenin kızı mı oğlu mu olduğunu anlamamız için uzun bir süre geçti. Götürdüler sorgulayacaklar ve bir süre sonra eve geri dönecekler sanıyorduk dedi. Ben demedi Rosa. Cümlesine bir kere olsun ben diyerek başlamadı. Ne olursa olsun onun gibi çaresiz binlerce anne ve baba olduğunu ve ne kadar korkunç olursa olsun, acının onları nasıl birleştirdiğini bize anlattı. Bekledik diye devam etti. Uzun süre bekledik uzun süre ümidimizi yitirmedik sorgulanacaklar ve belki suçlu bulunacaklar ve belki hapiste yıllarca kalacaklar ama yaşayacaklar diye düşündük dedi.

Rosa anlatmaya devam ettikçe ben yaş ortalaması 30 olan ve bir buçuk sene boyunca büyük bir ciddiyetle her sabah Latin Amerika ekonomisi, politikası derslerini birlikte aldığım o kırk kişiye baktım. Hepimiz, aldığımız teori dersleriyle oldukça alakasız, insana dair şeyler anlatan o yaşlı kadını şaşkınlıkla dinliyorduk. Filmler dışında acaba hayatımızda böyle bir şey görmüş müydük? Ailesinin parçalanışına sessiz kalmak zorunda kalmış yıllarca her akşam sofraya otururken acaba yaşıyor mu diye kızını düşünen biriyle hiç karşılaşmış mıydık diye aklımdan geçirdim. O kırk kişiyi bilmiyorum ama Rosa benim için ilkti. Kızımı son gördüğüm gün sekiz aylik hamileydi dedi.

Rosa'nin kızı, ESMA'nın (askeri okul) o soğuk odalarından birinde oğlunu doğurdu ve yüzüne ellerine kokusuna doyamadan ondan ayrılmak zorunda kaldı. Rosa bize bundan hiç bahsetmedi ama sonlara doğru torununu nasıl bulduğunu anlattıgında aynen bu şekilde olduğunu anlamakta gecikmedik. Rosa konuşmasının geri kalanında Plaza de Mayo Anneanelerinin, ilk once evlatlarına daha sonra hapishanelerde dünyaya gelen ve sonradan satılan veyahut başka ailelere hediye edilen biricik torunlarına ulaşmak için verdikleri mücadeleyi anlattı. Yurtdışına her çıktığında insan hakları gönüllülerinin ona ve arkadaşlarına nasıl destek olduklarını ve onların yardımları sayesinde bugün 95 torunun gerçek kimliklerine kavuştuğunu büyük bir sevinçle gözleri dolarak anlattı bize.

Sonra duraksadı aramızdan biri ünlü Adolfo Sicilingo davasını sordu Rosa'ya. O ölüm uçaklarını, Libertador Bulvarındaki, Deniz Subay okulunda gerçekleşen işkenceleri bir gece özel bir TV kanalında bir bir anlatan deniz subayı Scilingo'yu izlediği anda hissettiklerini anlattı bizlere:
“TV'de donarak işkencelerin gerçekleşmesinde rol oynayan o gencecik insanların uçaklara bindirilip denize fırlatılmasına göz yuman katil Sicilingo'nun oldukça rahat bir şekilde yaşananları anlatışını izledim. Sonra program sona erdi. Sicilingo sanki hiç bir şey olmamış gibi sokağa çıktı, ve büyük ihtimal kaldırımlarda yavaşça yürüyüp sakince evine gitti” dedi Rosa. Kızının ve kızı gibi binlerce masum gencin sonsuz acılar çekip ölmesine sebep olan katillerden birinin bir TV programına konuk olup sonrasında,sakin bir şekilde evine gidip rahatça uyuyabilmesi Rosa gibi her gün binbir güçlülükle acısını dindirmeye çalışan binlerce anne ve baba için nasıl bir yenilgi hissi yaratmış olabilirdi? Scilingo, Arjantin'deki af yasaları sayesinde rahatça yaşamına devam ederken başka bir TV programına konuk olmak için gittiği İspanya'da Yargıç Baltasar Garzon'un girişimleriyle yakalandı ve 19 Nisan 2005 yılında yargılanma süreci sona erdi ve 640 yıllık hapse mahkum edildi. Ve Rosa, Scilingo'yla ilk defa bir mahkeme salonunda karşılaştığından bahsetti bizlere.

Bir kere olsun göz göze gelmediklerini, kendisi ifade verirken Scilingo'nun arkasında sessizce dediklerine katıldığını belirtmek için kafasını salladığını anlattı. Adolfo Scilingo davasının ve daha sonra Arjantin'de yargılanan onlarca darbecinin, Rosa ve çocukları kaybolmuş binlerce aile için ne ifade ettiğini düşündüm. Ve sonra adaletin koşulsuz şartsız güvence altına alındığı bir ülkede yaşamanın nasıl bir ayrıcalık olduğunu. Bugün dünyanın birçok yerinde Rosa gibi onbinlerce kadın var. Çocuklarını bir sabah evden normal bir şekilde uğurlayıp ve daha sonra bir daha hiç bir şekilde yüzlerini göremeyen onbinlerce anne. Rosa bu acının din ırk millet tanımadığını bilerek Turkiye'ye geldi. Bütün konuşmasının özeti aslında: Annelik içgüdüsünün her zaman her yerde bütün siyasi çıkarlara ağır bastığı ve böyle olmaya da devam edecek olmasıydı. Bundan birkaç sene önce Rosa torunuyla nasıl tanıştığından bahsetti. Çok detay vermeden torunun incinmesini rahatsız olmasını istemediğini ekleyerek. Kendi kanından olan annesine benzeyen o küçük çocuk yerine kocaman bir adama ailesini, annesini babasını nasıl anlattığından bahsetti bizlere. Yahudi olan Rosa'nın torununun katolik olarak yetiştirilmesi onun için oldukça önemsiz detaylardan biriydi. Son olarak torunuyla olan ilişkisini sorduğumuzda gülümseyerek her kelimesinin üstüne basa basa, gururla şöyle cevap verdi bizlere: “Torunum nasıl yaşamak isterse nasıl mutluysa öyle yaşamaya devam edecek benim tek istediğim onun annesini babasını tanıması, kısacası kimliğinden haberdar olmasıydı ve o bütün olanları olgunlukla kabul edip benim soyadımı alıp beni dünyanın en mutlu anneannesi yaptı.”

Rosa'nın konuşmasının ardından geçen birkaç gün benim için oldukça zor oldu. Birincisi bu insanların yıllar boyunca sürdürdükleri mücadelenin film konusu kitap konusu olmasından çok daha öte bir şeyi temsil ettiğini fark ettim. Bütün bu olanları kurgulanmış gibi tüketmenin yaşananları nasıl normalize edişime sebep olduğunu düşündüm. Karşımda bir film karakteri durmuyordu. Kızından yıllarca haber alamamış sonra torununun başka bir kadına anne dediğini içine sindirip sessizce kabul etmek zorunda kalmış bir kadın duruyordu. Yapmamız gereken ne diye düşündüm. Rosa'nın Cumartesi Annelerine nasıl yardım ettiği aklıma geldi. Bu insanların yıllar boyunca her türlü çirkin girişimle durdurulmaya çalışıldığı ve hala siyasetle ilişkilendirilip aradıkları çözümden nasıl uzaklaştırıldıklarını çaresiz bırakıldıklarını fark ettim. Bir annenin veya babanın çocuğundan haber alamamasının başına gelenleri bilmek için çaba sarf etmesinin bazen en korkunç ihtimal olsa bile cesedine bile ulaşamamasının ne demek olduğunu ancak Rosa gibi bir anneyi, anneanneyi konuşurken dinleme şansına eriştiğimde fark etmiş olmam kadar üzücü ve utanç verici ne olabilir acaba?

* bu yazı ilk olarak BirGün gazetesinin Forum sayfalarında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.