Header Ads

'F Tipi' Bir Cemaat İması Değildir

- AYÇA SÖYLEMEZ -
12 Eylül’ün hayatımıza soktuğu Avrupai uygulamalardan biri de tecritin esas alındığı cezaevleri oldu. Türkiye’deki tutuklu ve hükümlüler, 90’lı yılların başından itibaren önce F ardından da D tipi cezaevlerine kapatılarak resmi tecritle tanıştı. ABD’den ithal, IRA, ETA, RAF üyelerine çok daha öncelerden reva görülen uygulamaya razı gelmeyen onlarca insan hayatını kaybetti. (1) Daha da fazlası sakat kaldı, halen yüzlerce “düşünce suçlusu” (!) bu cezaevlerinde psikolojik ve fizyolojik işkenceye tabi tutuluyor.
Buraya nereden mi geldik? 10 yıl önce yapılan Hayata Dönüş Operasyonları’nın Bayrampaşa Cezaevi ayağının davası başlıyor, oradan. 23 Kasım Salı günü ilk duruşması görülecek olan davada, “Biz emri yerine getirdik. Hesabı rütbeliler versin” (2) diyen 39 er yargılanıyor. Tüm toplumla dalga geçercesine adına Hayata Dönüş denilen operasyonlarda 2’si asker 30 kişi ölmüştü. Operasyonları takip eden süreçte ve ölüm oruçlarında toplam 122 kişi hayatını kaybetti, 600’den fazla insan sakat kaldı. Bayrampaşa’da, 12 kişinin hayatını kaybettiği C-1 koğuşundaki 5 kadın yanarak, biri de gazdan zehirlenerek öldü, Adli Tıp raporlarına göre. 

Bu katliam, devletin, 10 yıldır dayattığı hapishanede tecrit uygulamasına karşı gösterilen direnişin bastırılmasındaki ‘kararlılığını’ gösterdiği bir simge oldu. Ancak öncesinde, birçok farklı cezaevinde bu tür müdahaleler yapılmıştı. Türkiye’de F tipinin ve F tipine direnişin görünmeyen tarihi, devletin siyasi mahkûmlara karşı politikasını da açıkça ortaya koyuyor.

Öncelikle; bu ve önceki operasyonlar, anlık kararlarla ya da birkaç askerin muhakeme yeteneğine teslim edilerek gerçekleştirilmedi. Hepsi, 12 Eylül’ün ardından toplumun her kesimini farklı tahakkümler altına almayı amaçlayan planlı-programlı devlet politikalarının birer ürünüdür. Bu çerçeveyi, uygulayıcıları aklamak için değil, elinde silah olmayanların sorumluluğunu işaret etmek üzere çiziyorum.

Tarihsel süreç aslında 12 Eylül’den çok önceye dayanıyor, biliyoruz. Sansaryan Han’ın tabutlukları hala hafızalarda. Diyarbakır ve Metris cezaevlerinde darbe uygulamalarına karşı yürütülen direnişler ve bu direnişlerin açığa çıkardığı kanunsuzluklar da öyle. Ancak burada bahsedilen, sistematik bir tecrit uygulamasının buna uygun inşa edilen hapishanelerde resmi olarak yürürlüğe sokulması, buna uygun infaz ve ceza yasalarıyla desteklenmesi ve toplum nezdinde meşrulaştırılmasıdır. O nedenle milat, sol muhalefetin darbenin ardından silkinerek kendine gelip tekrar sesini çıkarmaya başladığı 90’lı yıllar olacak.

Hapishanelerde hücre modelinin sistemli şekilde yerleştirilmeye çalışılması, hak ihlalleri, yaşam koşullarının kötüleşmesi ve sürgün sevkleri, 1996’da ülkedeki neredeyse tüm cezaevlerinin katılımıyla yapılan açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla karşılık buldu. Toplam 12 kişinin hayatını kaybettiği ölüm oruçlarından sağ çıkanların birçoğuna da görme bozukluğu, hafıza kaybı, kas erimesi başta olmak üzere birçok kalıcı hastalık miras kaldı.

21 Eylül 1995 Buca Cezaevi ile 4 Ocak 1996 Ümraniye ve 24 Eylül 1996 Diyarbakır cezaevleri operasyonlarının ve ölümlerin ardından, 1997 ve 1998’de açlık grevleri devam etti.

1999’da Bayrampaşa’nın provası Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde (Ulucanlar) yapıldı. 26 Eylül 1999’da 10 tutuklu ve hükümlü öldü, 30’u yaralandı. Bunu, 25 Ocak 2000’de Metris ve 7 Ocak 2000’de Bandırma cezaevlerine yapılan operasyonlar izledi.

Ulucanlar’daki mahkûmların bir kısmı Burdur Hapishanesi’ne sevk edilmişti ki 5 Temmuz 2000’de buraya da dozerlerle baskın yapıldı. Gerekçe, tutuklu ve hükümlülerin F tipi uygulamasına direnmesiydi. 25 Temmuz 2000’de de Bergama Cezaevi’nde hücre uygulamasına karşı çıkan mahkûmlara karşı Hayata Dönüş öncesi son operasyon yapıldı.

1 Eylül 1999’da Hayat Dönüş Operasyonu’nda kilit rolü oynayan özel müdahale birliği, Ankara Jandarma Komando Özel Asayiş Birliği (JÖAK) kuruldu. Zaten hazırlığın aslında ne için olduğunu, 19 Aralık 2000’de operasyonlar başladığında açıklama yapan dönemin Adalet Bankı Hikmet Sami Türk şöyle özetlemişti: “Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır.”

Bu esnada, F tipi cezaevlerinin inşası da tamamlanıyordu. 22 Nisan 1999’da Ankara Sincan, Bolu, İzmit Kandıra, Edirne, Tekirdağ ve İzmir Kırıklar cezaevlerinin ihalesi tamamlandı, yapımlarına başlandı. 12 Ocak 2000’de hükümet partilerinin liderleri, 4 F tipinin ihalesinin daha yapılmasına karar verdi. 18 Ocak 2000’de 6 F tipi cezaevinin bitmek üzere olduğu, Mayıs ayında teslim edileceği açıklandı. F tipine karşı protestolar artarken, hükümetin F tipi kararlılığını belirten açıklamaları da artıyordu. 20 Ekim 2000’de siyasi tutuklular süresiz açlık grevine başladı, 19 Kasım’da açlık grevi ölüm orucuna çevrildi. 19 Aralık 2000’de saat 04:00’te 20 ayrı cezaevine müdahale başladı. (3)

Hayata Dönüş Operasyonlarında 2’si asker 30 kişi öldü. Operasyonları takip eden süreçte ve ölüm oruçlarında toplam 122 kişi hayatını kaybetti, 600’den fazla insan sakat kaldı. Bayrampaşa’da, 12 kişinin hayatını kaybettiği, 55 kişinin sakat kaldığı C-1 koğuşunda bulunan 5 kadının yanarak öldüğü, birinin de gazdan zehirlendiği bilirkişi raporuyla tespit edildi. (4)

Ambulastan indirilen Birsen Kars’ın “Diri diri yaktılar” bağırışıyla özetlenebilecek operasyon, Milliyet gazetesinde “Sahte oruç kanlı iftar” başlığıyla yer buldu.

Bayrampaşa Cezaevi Koruma Bölüğü’nde görevli Yüzbaşı Zeki Bingöl operasyonla ilgili bazı detayları “Bayrampaşa Cezaevi Gerçeği” adlı kitapta anlattı. Bingöl, TEMPO dergisine de şöyle konuşmuştu: “Hatta operasyon sonrası yapılan açıklamalarda, böyle bir baskında normalde 200 kişinin ölebileceği söylenmişti. Buna rağmen ateşli silahlarla ölenlerin sayısı sadece 4’tür. Geri kalanlar yanarak ölmüştür. Dediğim gibi çok profesyonelce davrandık. Bir tek konuda tereddüdüm var. Bölge komutanlığının emriyle getirilen, adını ve etkisini bilmediğim bir bomba kullanılmıştı. Bana göre onun olmaması gerekirdi.” Yüzbaşı Bingöl kitabında da, “Çok garipti operasyona katılan birliklerin isimleri savcılardan gizleniyordu. Yani hiç kimse adının operasyon evraklarında geçmesini istemiyordu” diye yazdı. (5)

10 yıl sonra, 23 Kasım Salı günü operasyonun Bayrampaşa Cezaevi ayağıyla ilgili davanın ilk duruşması Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Bayrampaşa davası bir yargılama değildir, bir hatırlatmadır. Gerçek suçluların adalet önüne çıkma ihtimali ufukta görünmezken onları kamuoyu vicdanına tanıtmak için bir hatırlatma.

Tutuklu ve hükümlülerin siyasi kimliği dolayısıyla solda duranların bile çoğunlukla başını öte yana çevirdiği katliamın düz ve anlaşılması kolay bir açıklaması var oysa: Hayatını kaybedenler ve sakat kalanlar, devletin koruması altındaki tutuklu ve hükümlülerdi. Olan biten bu kadar basit. İşte bu dava da, bunu görmeyenlere, görmek istemeyenlere, muhaliflerin yanında durduğunu iddia edenlere ya da olaydan haberi olmayanlara bir hatırlatmadır. Bu dava, moda deyimle, turnusol kağıdıdır vicdanların.

Kaynaklar:

(1) “Sessiz Ölüm” Hüseyin Karabey, 2001 yapımı belgesel.
(3-4) Çağdaş Hukukçular Derneği
(5) “Bayrampaşa Cezaevi Gerçeği” Zeki Bingöl, Togan Yay., 2007

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.