Header Ads

Sol Ne Yana Düşer Usta?

- AYÇA SÖYLEMEZ -
Solun, statükocu, bağnaz, gerici, ilerici, militarist, özgürlükçü, modernist gibi birbiriyle bağdaşmaz kavramlarla tartışılıyor oluşu, solu bağlamaz. Ancak, bu denli zıt kavramların solla ilişkilendirilmesi, solun değil belki ama solcuların sorunudur. Üstelik bu tartışma, dinci-devletçisinden anarşistine, en uçtaki kutupları da içine çekiyorsa.

Yazıyı daha önce söylenmemişlerden azade toparlamam pek mümkün görünmüyor, derdim somut durumu anlamak. Çünkü Türkiye “ideolojilerin bittiği” metaforunu yeni yeni keşfetmeye başladı. Tarihin sonu olarak adlandırılan döneme, ekonomik ve sosyal olarak dünyayla aynı zamanda girmiş olsak da bunun düşünsel alandaki yansıması bize epey geç ulaştı. Son dönemdeki sol tartışmaları da bu geç kalışların bir tezahürü. 80’lerde hayatımıza tecavüz etmeye başlayan neoliberalizme o dönemde de karşı politika üretenler tabi vardı. Ancak durumun bu denli karnavala dönüşmesi, Avrupa’daki solun liberal solla ikame edilmesinden yıllar sonra oldu. Duruma hemen uyum sağladık ama, hakkını yemeyeyim kapitalin ve kapitalistin dostu liberallerimizin. Solun evriliyor olması değil burada tartışılan, ne tarafa evriliyor olduğu. Yoksa zaten solun evrilmesi de eleştirilmesi de kendi diyalektiği içinde zorunlu. Ama önümüze konan sıtma mı ölüm mü seçeneğinin bize unutturmaya çalıştığı (büyük ölçüde de başardığı) solun gerçek dertleri, aslında şu an tam da ihtiyacımız olanlar. Şu andan kastım, diğer başka zamanlardan daha az ya da daha çok ihtiyaç hasıl olduğundan değil, tartışmanın muhalif sesi boğmaya çalışırken aslında o sesi görünür kılmasından. Belki de referandumla ayyuka çıkıp liberal sol konferanslarıyla devam eden ve Doğan Tarkan’la keskinleşen sol tartışmaları, üzerine neoliberalizm toprağı serpilmeye çalışılan solu tekrar görünür kılacak.

DSİP lideri Doğan Tarkan’ın Zaman’daki meşhur ve meşum mülakatı hakkında güneşin altında söylenmiş olan her şey söylendi. Benim açımdan sorun, ona gözleri parlayarak saldıran militarist-Stalinist’lerin yüksek sesinin, sınıflı toplumla olduğu kadar Kemalizm’le ve dahi modernizmle de derdi olanların cılız sesini boğması. Cılız ses evet, çünkü içinde benim de bulunduğum bu sayıca az grup, referandumda da soğuk savaşın iki kutbu tarafından, “liberal, dinci, iktidar yanlısı, militarist, ordu yanlısı, statükocu…” olmakla suçlanmıştı. Kendi aralarında da uzlaşmaz olan kavramların, bu grupla bağdaştırılması, tesadüf değil tabi.

Duvarın reel komünizm üzerine yıkılmasının ardından dünya solunun büyük kısmının zincirlerinden boşanmışçasına ilk bulduğu antitotaliter görünen yapıya sarılması da tesadüf olmadığı kadar anlaşılır, ilk bakışta. Ama bir totaliter yapıyı, diğeriyle ikame etmek anlaşılır değil. Neoliberalizmin faşizmden beslendiğini, küreselleşmenin soykırımlardan geçtiğini görmek için Latin Amerika’ya, Afrika’ya gitmemize de gerek yok. Zaten tüm bunların içine doğduk, öyle de yaşıyoruz. Razıysanız çokuluslu şirketlerle, razı değilseniz önce darbe ardından çokuluslu şirketlerle varolan neoliberal düzenin yarattığı uysal sol tipi de 90’larda oluşmaya başlayıp AKP’yle birlikte karşımıza dikildi.

Liberal sol, neoliberalizmin Truva atı mı peki? Sorunun cevabı tarihte: Nasıl ki Türkiye’de orduya yakın duran sol halktan koptuysa, sermayeyle kol kola yürüyen ‘sol’ da halkın yanında duramaz. Ya biri ya diğeri. Solun sadece insan haklarını alıp sınıfsız toplum idealini bir kenara bırakamazsınız çünkü. Militarist iktidarla savaşırken bunu sermaye iktidarından ayrı tutamazsınız. Ordunun o darbeyi yaparken kurmak istediği oligarşinin sermaye adına olduğunu görmezlikten gelemezsiniz. Demokrasiyi mülkiyet ilişkilerinin sonlanması şartından kopararak kavramın içini boşaltmaya hizmet ederken, ezilenlerin haklarını bu şekilde alabileceğini zannedecek kadar saf olamazsınız. Hele özgürlüğün sandık başına giderek gerçekleşeceğini düşünecek kadar hiç.

Olursunuz da o olduğunuz şeye inanmamızı bekleyemezsiniz.

Burada, sosyal demokrasiyi sosyalizm için en büyük tehlike görüp Nazilerle işbirliği yapan Komintern konumuna da düşmemek gerek. Tamam, eleştirinin dili sert, çünkü öfkeliyiz. Ama ben, kendini liberal solda tanımlayanların nihai amacının neoliberalizm ya da kapitalist iktidar olduğuna inanmıyorum hala. Tam da bu yüzden ihtiyacımız, üslubu yumuşatmak değil daha çok kavga etmektir.

Not: Tekel işçileri bugün, saat 18:00’de, Galatasaray Lisesi’nin önündeler. Sizi de bekliyorlar. Malum, geçen hafta da söyledim: Anlatılan senin hikâyen. 

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.