Header Ads

Kendi Kendimle Röpörtaj Yaptım

- BARIŞ PEHLİVAN -
-Neden tutuklandınız, suçunuz ne?

“Ergenekon Örgütü’ne üye olmak” ve “Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma” suçlamalarını yaptılar ve koydular Silivri’ye. Hoş, ben asıl suçumu biliyorum. Sadece gerçeğin peşinde koşan bir gazeteciyim ben.

-Öyle diyorsunuz da, suçlamalara baksanıza, kim bilir ne deliller vardır!

Doğru dediniz; kim bilir ne “deliller” vardır, ama ben bilmiyorum. Yüce yargı yaratır elbet kılıfını, pardon delili! Ama savcılık sorguma bakarsanız görürsünüz ki, “Şu haberi neden yaptın”, “Bu haberin başlığı neden böyle” gibi sorular sordular. Tamamıyla gazetecilik amaçlı yaptığım telefon görüşmeleriyle beni sorguladılar. Bir de bilgisayarımızda “belgeler” bulmuşlar.

-Bakın, işte itiraf ettiniz! Belge bulunmuş, delili var!

İyi de, bunu ben değil savcılık söylüyor. Hem o “belge” dedikleri dijital word sayfalarının, virüs yoluyla uzaktan bilgisayarımıza yerleştirildiğini kanıtladık. Bize inanmıyorsanız siz bilirkişi görevlendirin ve teknik açıdan inceletin, diye defalarca başvuru yaptık. Ne oldu? Reddedildi. Bir de; baktılar ki komplo ortaya çıkıyor, bilgisayarımıza da avukatlarımızdaki hard disk dosyalarına da el koydular. Neymiş, “örgütsel doküman” varmış. Şimdi korkuyorum, o hard disk kopyalarının başına “sehven” bir şey gelir diye. Silivri’de televizyonda seyrettik; bizden çıktığı söylenen, ama bizden saklanan “belgeler” herkesin elinde dolaşıyor. Biri de kitabına koymuş. Yani beni Silivri’ye atan o paçavralar “örgütsel doküman” diye benden saklanıyor, ama adamın teki bunu kitap yapıyor. Bu ne yaman çelişki anne!

- Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış. Bakınız Sayın Başbakan bile dedi; “Onlar gazetecilik faaliyetinden değil, darbeye destek vermekten tutuklu” diye…

Başbakan’ın bizim soruşturma dosyamızdan nasıl haberdar olduğunu sorgulamayacağım, safdillik olur. Ama yine de dokundurmanıza kendi gazetecilik tarihimden örnekler vereyim.

CNN TÜRK’te 7 sezon boyunca devam eden “Oradaydım” adlı bir belgesel program vardı. Geçen yıl sona erdi. O programın yapımcısı Soner Yalçın, hazırlayanı bendim. Yüzlerce kişiyle röportaj yapıp, Türkiye’nin yakın tarihini her hafta belgesel halinde yayınladık. Bunlar içinde yaklaşık 20 bölüm; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerine aitti. Yassıada’daki dramı, 12 Mart’ta yaşanan vahşeti bire bir tanıklarıyla haftalarca ekrana getirdim. Hepsi ama hepsi darbe karşıtı belgesellerdi. Ödüller aldım. Ama bir yandan da, 12 Eylül döneminde Diyarbakır cezaevinde yaşanan vahşeti gösterdiğim için yargılandım. Sonunda beraat ettim. Şimdi, Diyarbakır cezaevinde yapılan işkenceler soruşturuluyor. Ne güzel. Bakın, bahsettiğim bölümlerin hepsinin kaseti şu an poliste. İzlesinler de görsünler, kimmiş “darbelere destek veren…”

-Canım, siz de abartıyorsunuz, yargı süreci devam ediyor. Suçsuzsanız mahkemede belli olur, çıkarsınız hapisten!

Bunu söyleyen siz, bırakın aylarcayı bir saat dahi hiç hapiste yattınız mı? Ben beraat edeceğimi zaten biliyorum. Peki ama benim hapislik günlerimi, kim, nasıl geri verecek?

Bakın, cezaevinde bitki yasak. Kantinden salata için aldığımız maydanoza “çiçek” diye bakıyorum. Gri duvarlardan ve soğuk lacivertten ibaret bir koğuşta günlerim geçiyor. Avlumuzda sadece bir avuç gökyüzümüz var. Ruhumun parçası eşimi haftada bir, camın ardından 45 dakika görüyorum. O 45 dakikada birbirimize telefonda söylediğimiz sevgi sözcükleri dahi dinleniyor, kayıt altına alınıyor. Ayda bir açık görüşümüz oluyor, sevdiklerinizin elinize verdiği sıcaklık bir ay geçmesin istiyorsunuz.

Anlatacak daha çok özlem var, ama ne gerek var. Bu anlattıklarımı anlamak için illa ki cezaevinde kalması gerekmiyor insanın. Vicdanı olsun yeter.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.