Header Ads

bu köpüren bira değil

- AYŞE DÜZKAN -
şu efes pilsen one love festival’le ilgili gelişmeleri izleyenler arasında santral istanbul’a adım atmamış olanlar vardır, onlar için yazıyorum. bilgi üniversitesi’nin kampüslerinden biri olan bu mekanda birkaç tane içki satışı yapılan mekân var. (mekân biliyorsunuz lokanta, bar, kafe gibi ortamların alemlerdeki kibar adı.)

gündüz vakti üniversiteye gittiğinizde oralarda oturmuş içki içen öğrenciler görebilirsiniz.

öğrencilerin içki içmesine itirazım yok, vaktin ileriki yıllara göre daha rahat kullanıldığı bu dönem insan hayatında en güzel içkilerin içildiği bir dönemdir de ve içki içmek de hayat üniversitesinin önemli derslerinden biri nazarımda. keşke herkes şu öğrencilik işini biraz uzatabilse, koşa koşa ekmek derdinin peşine düşmek zorunda kalmasa.

ama bir üniversitenin içinde öğrenci yemekhanesinden başka bir şey, bir ticarethane olmalı mı emin değilim. diyeceksiniz ki söz konusu üniversitenin kendisi zaten… haklısınız.

yani eyüp’te, bu festival zamanı dışında da içki içiliyor, santral dışındaki mekanları saymazsak bile. zaten 14 temmuzda da, gün boyu kapının dibinde, belediye zabıtalarının gözleri önünde mahalleli buz dolu kovalar içinde bira sattı.

okul/müzik festivalleri yüzünden uyuşturucuya alışan gençlik/eyüp sultan’a saygı falan safsata, tabii ki politik bir meydan okumayla, bir dayatmayla karşı karşıyayız. işi şakaya vurmama izin verin, şeriat da “merhaba, biz şeriatçıyız, hani eskiden poğaça, baklava falan çaldığınızda hapse atılıyordunuz ya, bundan sonra elinizi kesilecek” diyerek iktidara gelecek birileri değil, böyle bir önceliği olmayanları da islam’a dair olduğu varsayılan kurallara uygun yaşamak zorunda bırakan denetim ve kısıtlamalar.

bu denetim ve kısıtlama çabasının işbirlikçileri vardı. büyük ihtimalle kendileri de içki içen insanlar. kapının önünde gösteri yapan eyüplü gençler, öğrenciliği öyle tadını çıkarta çıkarta uzatma lüksüne sahip olmayanlar mesela. o festivalin giriş parasını zor denkleştirir, diyelim denkleştirdiler, içeride kendilerini emanet hisseder. o gençler, zaman zaman kendilerine madde almak için başvurabilecek olan one love’cıların gittiği mekanlarda garson, koruma olabilir ancak. böyle festivallere gidebilen yaşıtlarının daha “rahat”, daha “güzel” kadınlarla (gençlik dedikleri şeyi erkeklerden müteşekkil olarak düşünürler; zaten kapının önündeki gösteride hiç kadın çarptı mı gözünüze?) birlikte olabildiğini, benim kullandığımdan daha farklı kelimelerle akıllarından geçirir, öfke ve nefret duyar ve bu duygularını din/millet vb meşru sayılan kanallardan ifade eder.

bu tepkiyi, gündelik hayatı ve siyasetiyle bütün ülkeyi değiştirecek biçimde örgütlemeye faşizm deniyor. bu iki grup arasındaki farkı ortadan kaldırmak üzere yürütülen kavgaya da sınıf mücadelesi, yani solculuk.

peki hayat bunlardan mı ibaret? tabii ki hayır. şu one love’ın tarihine bakalım.

bu adda bir festival ilk kez 22 nisan 1978’de jamaika’da bir stadyumda düzenlenmiş. o sırada ülkede iç savaş var, altı yıldır iktidarda olan parti bazı millileştirmelere gidiyor, mafyanın da desteklediği muhalefet partisiyle mücadele içinde. zaten festival bir ara aynı hücrede kalan, karşıt partilerden iki gangsterin fikri. 1976’daki bir suikast girişiminin ardından londra’da yaşamaya başlayan bob marley’in de o olaydan sonra ülkesinde verdiği ilk konser bu. festivalin zirvesini bob marley’in iki partinin liderlerinin ellerini birleştirdiği an oluşturuyor. aynı isimde bir de şarkısı var.

one love barış konseri’ne reggae’nin ünlü 16 sanatçısı katılıyor ve basında “üçüncü dünyanın woodstock”u olarak tarif ediliyor.

malum, 1969’ta new york yakınlarındaki woodstock kasabasında düzenlenen ve beklenenden çok daha fazla sayıda (500 bin) insanın katıldığı, bu yüzden para toplayamayan ve 68 ruhunun simgelerinden biri olan üç günlük festival müzik tarihinin dönüm noktalarından biri olarak anılıyor.

woodstock’a katılan hippiler vietnam’da savaşmaları için gelen askerlik celplerini yakmış, fakirle zenginin birlikte sevişebileceğini, eğlenebileceğini savunmuş, çalışmaya da yüz vermemişti. abd’deki savaş karşıtı mücadelenin önemli bir parçası oldular, tarihten silinseler de arkalarında geniş bir kültür bıraktılar.

asıl söylemek istediğim, burayla, bugünle ilgili; n’olur artık hippi olunsun, solcu olunsun daha önce akla gelmedik yeni bir şey olunsun ama yeter ki bir gün pişman olunmasın. haksız mıyım?

1 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.